Süleyman Karan

Süleyman Karan

Korozyona uğrayan omurgamız olmasın?

O korkunç geceden bu yana tam 18 yıl geçti... Yakınları ölenler, sakat kalanlar, evleri, işyerleri yıkı- lanlar hâlâ o travmayı yaşıyor. Toplum olarak ise her şeyi unuttuğumuz gibi, depremi de unuttuk. Neredeyse her ay orta ölçekli bir depremin yaşandığı bu coğrafyada, bu kadar unutkan olmamız ayrı bir merak konusu, ancak şu bir gerçek ki, Marmara'daki fayların hangi zaman aralığında bir felaket yaratacağı ayan beyan ortadayken, devletin bu umursamazlığı, anlaşılacak gibi de- ğil. Bırakın 7 ve üzeri şiddette bir depremi, ortalama bir fırtına ya da sağanağa karşı, büyükşehirlerin altyapı- sının ne denli kırılgan olduğu ortadayken, çarpık kentleşme, yağma ve kâr hırsıyla, inşaat temelli büyüme stratejisi tam gaz devam ediyor. Rant üzerine kurulmuş bir ekonomi kadar kırılgan bir yapı stokuyla kaderine boyun eğmiş halde İstanbullular, bir sonraki depremi çaresizce bekliyor.

Kentsel Dönüşüm’ün sağlıklı bir yapılaşmayı hedeflemekten çok İstanbul’un altın değerindeki kamusal arazilerini işgal etmek amacıyla kulanıldığını bilmeyen yok. Birkaç yandaş müteahhitin bu talandan büyük rantlar elde ettiği de ortada...

Betondan bir hayat

Yeni yapıların depreme dayanıklı olduğunu varsaysak bile, ki bildiğim kadarıyla kulanılan beton kalitesi hiç de öyle değil, jeofizik ve jeomorofolojik etütlerin yapılmadığı ortada... Para hırsıyla gözü kör olmuş merkezi yönetim ve yerel yönetim bürokratları ve talancı mü- teahhit kliğinin tüm derdi, elde biriken yapı stoklarını yerli yabancı demeden bir önce elden çıkartmak. Hü- kümetin nefesini ensesinde hisseden bankaların görece düşük tuttuğu ev kredileriyle, biraz birikimi olan hemen herkes, evi varsa yatırım amaçlı ikinci evi almaya soyunmuş, kiracılar ise bir an önce kiradan kurtulmak için ev kredisi kuyruğunda... O inşaatların nereye, nasıl dikildiği ise kimsenin umurunda değil. Zira sadece siyasiler değil, halk olarak büyük bir çoğunluğumuz, bu yağma Hasan’ın böreğinden bir kırıntı peşinde koşuyoruz. İşte bu sebeple de deprem ve deprem sonrasına ilişkin 18 yıldan bu yana bir arpa boyu yol bile alabilmiş değiliz. Bırakın onu, deprem sonrası sığınma alanlarının önemli bir bölümü talan edilmiş durumda, kalan üç-beş tanesinin ise nasıl yağmalanacağının planları yapılıyor. Türkiye nüfusunun yüzde 99’u ise bu konuya ilişkin her deprem sonrası birkaç gün “Geçmiş olsun” dileklerinde bulunup, sonra ev kredisinin taksitlerini dü- şünmeye dönüyor, tabii eğer aç ve işsiz değilse!..

Konteynerler nerede bilen var mı?

Fay hatları yerli yerinde durup, arada bir uyarı mesajı yollarken, Türkiye depreme karşı nasıl duyarsız kı- saca bir gözden geçirelim. 2001 yılında zamanın hükü- meti tarafından hazırlanan Acil Eylem Planı, tüm eksiklerine rağmen yerellerde deprem toplanma/çadırkent alanları, acil ulaşım yolları, müdahale araçları konteynerleri, mahalle bazında örgütlenme gibi somut çözümler getirmişti. Ardından gelen iktidarların hiçbiri, bu konuda tek bir adım atmadı, tersine var olan toplanma alanlarını ranta açtı. Acil yardım konteynerleri ortadan kayboldu. Acil ulaşım yollarını sorun bakalım herhangi bir belediyeye, bir cevap alabiliyor musunuz?

2011 yılında bu kez AFAD Başkanlığı koordinasyonunda 100’den fazla paydaşla Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı hazırlandı. Zamanın hükümeti UDSEP-2023 adıyla tanıttığı planı18 Ağustos 2011 tarihli Resmi Gazete’de yayınlayarak yürürlüğe soktu. İşte o kadar, hâlâ yürürlükte ama ortada hiçbir şey yok! AFAD ise tam anlamıyla bir yandaşlar arpalığı...

Acil Eylem Planı masal oldu

2001 yılı Acil Eylem Planı’nda yer alan afet toplanma ve çadırkent alanlarının yerinde oteller, AVM’ler, rezidanslar mantar gibi bitti. 480 afet toplanma alanından 2010’da 240, 2016’da ise sadece 77 tane kaldı. Acil ulaşım yolarına gelince... İstanbul’da bu alanlar bizzat İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bir yan kuruluşu olan İSPARK’ın işgali altında açıkhava otoparkı olarak kulanılıyor.

Depremde çıkması muhtemel yangınlara karşı do- ğalgaz hatları ya da başta okul hastane gibi kamu binalarıyla viyadükler, köprüler, altgeçitler ve tünellerden kaçı sağlamlaştırıldı, yangına karşı acil müdahale sistemleriyle donatıldı bilen yok...

Deprem sonrasındaki en önemli sorunlardan biri ise içilebilir su temini... Kanalizasyonların patlaması sonucunda ortaya çıkabilecek içilebilir su kıtlığına yönelik hiç bir önlem alınmış değil.

Toplanma alanında AVM...

Şimdi rahatça arkamıza yaslanıp, ‘her şeyin sorumlusu iktidar, rant, sistem, hatta kader’ diye sayabiliriz. Zira öylesine vurdumduymaz ve gündelik hırslar peşinde koşan çıkarcı ve hesapsız bir halk olduk ki, felaket evimizi başımıza yıkana kadar sesimiz çıkmayacak. “Deprem öldürmez, çürük binalar öldürür” cümlesini ezberletmiştiler ya 17 Ağustos’tan sonra, bundan bir sonrakinde artık “Deprem öldürmez, yozlaşmış toplum öldürür” cümlesini öğreneceğiz, ama çok geç olacak.

Çatınızın altında güvende değilsiniz

Bugün, son acil toplanma alanlarını korumak amacıyla bir grup Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, söz gelimi TÜRGEV’e peşkeş çekilmek istenen Ünalan’daki kamusal alanda toplanacak, Şişli’de Şişli Endüstri Meslek Lisesi önünde de üç-beş kişi tehlikeye dikkat çekecek. Yine birçok ilçede böyle küçük gösteriler yapılacak ve belki polis bu insanlara, hepimizin hayatını korumak isteyen bu yurtseverlere saldıracak. O sırada uzaktan bu insanlara bakıp, başınızı çevirip yolunuza devam edecek, o başınızı soktuğunuz çatıya kapağı atacaksınız ya, işte o çatı hiç de sandığınız kadar güvenli değil.

Fay yerli yerinde duruyor, peki yurttaş sorumluğunuz, bilinciniz yerinde mi? Ya titreyip kendimize geleceğiz ya da titreyerek acil bir toplanma alanı arar olacağız, ki onlar da artık yok!

Önceki ve Sonraki Yazılar