
Kulak, eğer gerçeği anlarsa gözdür*
Ahval ve şerait hakkında kalemler konuyu her yanıyla yazıyor, çiziyorlar. Yorgun kelimelerle savaşırken, yeni bir kelam yazmak yerine, Mesnevi’nin 4. Cildinden 830 beyiti “İbrahim Ethem’in göçünü” hatırlatmak ve düşünmek üzere sayfaya almak istedim.
Kimi falan adamın huyu kötü, tabiatı fena diye şikâyet eder görürsen, bil ki bu şikâyetçinin huyu kötüdür; kötüdür ki o kötü huylunun kötülüğünü söylüyor!
Çünkü iyi huylu, kötü huylulara, fena tabiatlılara tahammül eden, onların kötülüğünü söylemeyen kişidir. Onlar kötülüğe tahammül ede ede tabiatlarını öldürdüler... Artık onlardan bir tahammülsüzlük zuhur ederse kendilerinden değildir, Allah’tandır.
İbrahim Ethem, Belh şehrinin padişahıydı. O iyi adlı, iyi sanlı padişah bir gece tahtında uzanmış dinleniyordu. Sarayının damında bir hay huy ve gürültü duydu. Sanki birileri sarayın damında gezmekteydi.
Kendi kendine "Kim böyle bir şeye cesaret edebilir ne haddine" diyerek pencereden yukarıya seslendi:
"Kim var orada? Sarayın damında ne işiniz var?"
Daha önce hiçbir yerde görülmemiş insanlar damdan başını eğerek cevap verdiler:
"Kaybettiğimizi arıyoruz" dediler.
İbrahim Ethem, "Neyinizi kaybettiniz ne arıyorsunuz?" diye sordu.
Onlar da, "Develerimizi kaybettik" dediler.
Bu cevaba şaşıran İbrahim Ethem hayretle sordu:
"Sarayın damının üstünde deve arandığı nerede görülmüş?"
Damda gezenler, "Bizim burada deve aramamız, senin saltanat tahtının üzerinde oturarak Allah'ı arayıp, bulmayı ummandan daha fazla hayret edilecek bir davranış değil" dediler.
Bu hadiseden sonra İbrahim Ethem’i kimse görmedi, sarayı ve saltanatı terk etti. Peri gibi insanların gözünden kayboldu. Dervişliği seçti. Mana âleminin sultanlarından oldu.
Kendisi, halkın gözü önündeydi ama manası gizliydi...
Halk, sakaldan, hırkadan başka neyi görür ki? Kendi gözünden de kayboldu, halkın gözünden de... İşte ondan sonra zümrüdü Anka gibi âlemde meşhur oldu.
Hangi kuşun canı, Kaf dağına geldiyse bütün âlem onu söyler, ondan bahseder.
Bu doğu nuru da Sebe’e vurunca Belkıs’a da oradaki halka da bir velveledir düştü!
Ölmüş ruhların hepsi dirildiler, kanat çırptılar... Öldüler, ten mezarlarından baş kaldırdılar!
Birbirlerine “Bak, gökten bir sestir geldi” diye müjde vermeye başladılar.
O sesten dinler gürbüzleşti... Gönüllerin dalları, yaprakları yeşerdi! Süleyman’dan gelen o nefes, Sur üfürülmüş gibi ölüleri mezarlarından kurtardı.
Ey dinleyen, yakini Allah daha iyi bilir ya bu devir geçti...
Kendi zamanına ve zamanının Süleyman’ına dikkat et de bundan böyle kutluluk senin olsun.
Mesnevi Şerif 4/830
*Hz. Mevlana Celaleddin Rûmi