Abdullah Ağırkan

Abdullah Ağırkan

Sinan Ateş Cinayeti ve MİT Raporu

Türkiye çok boyutlu bir sürecin içinden geçiyor. Temelde toplumsal, siyasal değişim sancıları dene bilinir belki de bu sürece. Sinan Ateş’in bir suikastla öldürülmesinden sonra ortaya çıkan tablo, Türkiye yönetici sınıflarının içinde bulunduğu siyasal krizi işaret etmesi açısından oldukça ilginç detaylar barındırıyor. Özellikle de Erdoğan’ın bu krizi kendi lehine aşmak için sahaya sürdüğü araçların çeşitliliği gözetildiğinde, devlet aygıtlarını ve bürokrasiden siyasete uzanan bir hat boyunca yönetici elitin tümünü kuşatan belirsizlik ve çatışmanın ciddiyeti görülebiliyor.

Birkaç olgudan yola çıkarak ve bazı sorularla bu ‘belirsizlik ve çatışma’ tablosunu somutlamaya çalışalım.

İlk olarak, Ateş’in öldürüldüğü 30 Aralık 2022’den sonraki ilk birkaç gün sayılmazsa, soruşturmayla ilgili detaylar, polis ve savcılık kaynaklarından çok hızlı bir şekilde dışarıya çıktı. MHP milletvekili Olcay Kılavuz’un bulunduğu bir ev de dâhil pek çok adresin daha ilk gece polis tarafından basıldığı, saldırıyla ilgisi olduğu düşünülen kişilerin gözaltına alındığını öğrendik. Hatta MHP’li Kılavuz’un, bulunduğu eve gelen polisleri “Siz gidin sahipleriniz gelsin” diyerek terslediği, fakat buna rağmen evde bulunan cinayet şüphelisi Tolgahan Demirbaş’ın gözaltına alınmasına engel olamadığı aktarıldı. (Ayrıca MHP yönetimi bu iddiaları günler sonra ve kuru sözlerle yalanlamaktan öteye gidemedi.)

İktidar ortakları AKP ve MHP’nin, İçişleri ve Adalet bakanlarının cinayetle ilgili derin bir sessizliğe gömüldüğü anlarda soruşturmanın böyle ‘maceralı’ etaplarla sürmüş olmasına bir işaret koyalım.

Ancak bununla da kalmıyor. Sinan Ateş suikastı soruşturmasına ilişkin ayrıntılı haberlerini okuduğumuz Tolga Şardan’dan öğreniyoruz ki bu gözaltı operasyonlarını Ankara Emniyeti’nin Asayiş Şubesi’ne bağlı polisler yürütüyor. Normal şartlarda, açıkça siyasi bir kişilik olan Sinan Ateş’in, zaten bilinen bir siyasi gerilim sürerken öldürülmesiyle ilgili soruşturmaya Terörle Mücadele ya da Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) bürolarının bakması beklenir. Hatta yine Şardan’ın yazdığına göre Ankara Emniyet Müdürü bizzat bu yönde bir talimat da veriyor, ama buna rağmen dosya Asayiş Şube’de kalıyor.

 

Buraya ilk soruyu bırakalım: Sinan Ateş suikastı soruşturması, İçişleri Bakanı ve ona yakınlığıyla bilinen Ankara Emniyet Müdürü’nün çabalarına rağmen, ‘daha zor kontrol edebildikleri’ Asayiş Şube’de mi kalmıştır? Bunu yapmaya gücü yetecek siyasi irade ve güç, Türkiye’nin mevcut koşulları düşünüldüğünde ‘kimde’ mevcut bulunmaktadır?

* * *

İkinci önemli detay, Sinan Ateş’in 30 Aralık Cuma günü öldürülmesini takip eden hafta sonu MİT Başkanlığı’nın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunulmak üzere bir rapor hazırladığının ortaya çıkmasıdır. “MHP-Ülkü Ocakları hattında yaşanan sıkıntılı süreçle ilgili önemli bilgilere yer verildiği” öne sürülen bu raporda bazı siyasilerin ve güvenlik bürokrasisindeki bazı üst düzey isimlerin konumları hakkında da Cumhurbaşkanlığı’na bilgi aktarıldığı belirtiliyor. Yaşanan somut olaylarla bu bilgi eşleştirildiğinde ‘bazı siyasiler’in olaylarda adı geçen MHP’lileri, ‘güvenlik bürokrasisindeki’ bazı üst düzey isimlerin ise İçişleri Bakanı’ndan emniyet müdürlerine dek geniş bir yelpazedeki kişileri işaret ettiği sonucuna varılabilir.

Cinayet cuma günü işleniyor ve rapor ‘aynı hafta sonu’ Saray’a iletiliyor. MİT’in tekil bir olay için bu denli hızlı rapor düzenlemesi elbette mümkün. Ama siyasilerden bürokratlara uzanan genişlikteki bir bilgi belge aktarımının, üstelik yılbaşı gününü de kapsayan bir gün içerisinde yazıldığını düşünmek saflık olur. O halde MİT’in zaten MHP ve Ülkü Ocakları eksenli bir raporu bulunduğu ve raporun ‘ilgili bölümü’nün Cumhurbaşkanı’na ivedilikle sunulduğunu tahmin etmek zor değil.

İşte bu ayrıntı son derece önemli. MİT’in, iktidar müttefiki MHP hakkında bir rapor düzenlemesinin başlı başına çarpıcı olması bir yana, bu raporun söz konusu suikast vesilesiyle toplumun gündemine de ‘sızdırılması’, devlet içindeki çatışmanın vardığı boyutları göstermesi açısından son derece önemli. Türkiye’nin yakın tarihinde, çeşitli yollarla basın üzerinden toplumun bilgisine sızan iki raporun (1988 ve 1996) yol açtığı siyasal sarsıntılar düşünüldüğünde, bu raporun da Çukurambar cinayetinin çok ötesine geçen sonuçlar üretmeye açık olduğu söylenebilir. Zira Türkiye, siyaset alanını da içeren bir MİT raporunun dışarıya sızmasının ne anlamlara gelebileceğini gösteren birden çok örnek yaşamıştır.

Ancak temelde Türkiye farklı bir sürece everileme sancıları çekiyor.

Kaynaklar:

Tolga Şardan

Hakan Özdal

Önceki ve Sonraki Yazılar