Ali Rıza Özkan
HALİFELİK NEDEN KALDIRILDI?
Türkiye Büyük Millet Meclisi 3 Mart 1924’te karar altına alıp, 6 Mart 1924’te Resmi Gazete’de yayınlanan 431 sayılı kanun şöyledir: “Madde 1: Halife hal’edilmiştir. Hilafet, hükumet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilafet makamı mülgadır.”
Bugünün Türkçesi ile söylersek, hilafetin kaldırılmasının gerekçesi, makamın içerik ve varlığının hükumet ve cumhuriyet tarafından zaten karşılanıyor oluşudur.
Peki, bu ne demektir?
21. Yüzyılda dahi, yani aradan 96 yıl geçtiği halde, hâlâ halifelik makamını geri getirmek özleminde olanların amaçlarını da anlayabilmek adına, halifelik hakkında konuşmak gerekir.
HALİFELİK NEDİR?
Halifelik dediğimiz zaman, ilk akla gelen İslâm peygamberi Hz. Muhammed’in vefatının ardından gelen halifelerdir. Ebu Bekir, Ömer ve Osman kendilerini halife olarak tanımlamışlar. Ama, Ebu Talip’in oğlu Ali için bu tanım, onun taraftarları arasında makbul bir tanım değildir.
Halife, bugünkü Türkçe ile, birisinin yerine geçen anlamında, temsilcidir. Hz. Muhammed’in vefatından sonra yerine geçenler üstlendikleri makamı bir temsiliyet makamı olarak kabul edip, öyle tanımlamışlar.
ALLAH’I TEMSİL ETMEK MÜMKÜN MÜDÜR?
İslâm dünyasında halifelik makamı ve görevi konusunda oldukça sert tartışmalar da yürütülmüştür. Bunlardan ilki halifenin kimi temsil ettiği konusudur. Eğer, halife Allah’ı temsil ediyor ise, bu mümkün müdür?
Son halife Abdülmecit Efendi’ye kadar, halifeler kendilerini ‘zılullah’ yani; Allah’ın gölgesi ünvanı ile tanıtırlardı.
Eğer, Kur’an’da da apaçık yazdığı gibi, Muhammed son peygamber ise, ‘Allah’ın temsil edilmesi’ yetkisi nasıl açıklanabilir? Daha da, önemlisi, birtakım insanlar bir araya gelip, kimin Allah’ın gölgesi olduğuna nasıl karar verebilir? Bu, apaçık Kur’an’a karşı gelmek değil midir?
PEYGAMBER’İ TEMSİL ETMEK MÜMKÜN MÜDÜR?
İkinci tartışma konusu ise, halifelik ile, Hz. Muhammed’in temsil edildiği konusudur.
Merhum Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk çok haklı olarak, bu görüşe itiraz eder ve son peygamberin temsil edilemeyeceğini kesin olarak belirtir.
Kaldı ki, Veda Haccı Hutbesi’nde, bizzat Hz. Muhammed’in kendisi on binlerce insanın önünde, kendisinden sonra yol göstericiliğine güvenmeleri için Müslümanlara bir isim söylemiştir. Bu da, Hz. Ali’dir.
Dolayısıyla, halifelik makamı yaratmanın başlı başına ciddi bir sorun olduğunu, bu makamın İslâm anlayışında meşruiyetinin problemli olduğunu gördük.
SEÇİM YERİNE VERASETLE HALİFELİK
Daha da vahim bir durum, Emevîlerin İslâm coğrafyasını kendi tahakkümleri altına almaları ile ortaya çıktı. Hz. Muhammed’in her durumda seçime başvurma yöntemi yerine, halifelik miras yoluyla aktarılan, hükümdarlık gibi bir kurumsal kimlik kazandı.
Abbasîler de Emevîlerle aynı yolu izlediler. Abbasîlerin tarih sahnesinden silinmelerinden sonra, Memlûk devleti de bu makamı kendi egemenlik çıkarları için kullandı. Ta ki, Yavuz Sultan Selim’in Kahire’ye ele geçirişine kadar.
Kahire’de bulunan son Arap halifesi Mütevekkil Alellah, Memlûk sultanı Tomambay’ın 13 Nisan 1517’de Kahire kale kapısında asılarak idam edilişinin ardından, makamını Yavuz Sultan Selim’e tevdi etti. Böylece, sembolik-siyasi anlamı dışında tek başına hiçbir şey ifade etmeyen halifelik makamının mülkiyeti Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar Osmanlı devletine geçmiş oldu.
HALİFELİK MAKAMININ İŞLEVİ
Fatih Sultan Mehmet’in aldığı Bizans Kayzeri ünvanı ile birlikte, halifelik ünvanını da imparatorluk kavramının gerekleri içerisinde düşünmek gerekir.
Ancak, şurası da unutulmamalıdır ki, halifelik makamı Osmanlı’nın İslâm tebaası üzerinde her dönem tehditkâr bir kılıç işlevi görmüştür.
Muhalif aydınlar, uygulamalardan rahatsızlık duyan halk vd Saray’ın rahatını bozan kesimler halifelik makamı tarafından kolayca ‘kâfir’ ilan edilmiş ve kıyıma uğramışlardır.
Son olarak, 11 Nisan 1920’de Osmanlı devletinin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’de yayınlanan, Şeyhülislâm DürrizâdeAbdullah Efendi tarafından imzalanan ‘Fetva-yı Şerife’ ile kendi ülkesine, halkına ve istiklâline kasteden İngiliz işgalcilerini dahi savunacak alçaklığa istismar edilmiş bir makamdır, halifelik.
HALİFELİK İYİ Kİ, KALDIRILDI!
Bugün halifeliği savunanların yapabilecekleri tek şey halka yalan söylemektir. Halifeliği savunanların ağzından şu konulara ilişkin bir açıklama duyamazsınız:
1.Halifeliği savunan hiç kimse, halifeliğin kimi temsil ettiğini açıklayamaz. Allah’ı temsil etmek mümkün olmadığı gibi, Hz. Muhammed de, kendisinden sonra temsiliyeti yürütecek ne bir makam ilga etmiştir ve ne de bu yönde bir işareti vardır. Hz. Ali için Veda Haccı Hutbesi’ndeki konuşması da itiraza yer vermeyecek şekilde, temsiliyet konusunu içermemektedir.
2.Birilerinin devlet saltanatını sürdürmek için araç olarak kullandığı ve miras yoluyla kendi ailesine aktardığı halifelik ile İslâm anlayışının uzaktan yakından alâkası da yoktur.
3.Hanedan çıkarlarını dahi koruyamayacak konuma gelen halifelik en sonunda tam olarak milletin istiklâline ve egemenliğine kast eden emperyalistler önünde teslim olan bir makama dönüşmüştür.
4.Cumhuriyet, her bir vatandaşın hukukunu eşitlik ilkesi ile korumak ve gözetmek yükümlülüğü altındaki rejimdir. Dolayısıyla, bugün ulaştığımız sistem, ortaçağın bir saltanat aracına dönüşmüş kurumundan fersah fersah ilerde bir sistemdir.
5.Bugün halifelik isteyen hiçbir örgüt veya kişinin Müslümanlara sunabileceği ‘daha iyi bir dünya’ yoktur ve olamaz. Ama, son 20 yıllık İslâm coğrafyasındaki çatışmalara bakarak, terör, kan ve gözyaşı vaad ettiğini kesin olarak söyleyebiliriz.
Tüm Türkiye Cumhuriyeti sevdalılarının 3 Mart, Halifeliğin kaldırılması gününü kutluyorum.
Yaşasın Cumhuriyet!