Sorunsuz Öğretmenler Sorunlu Öğrenciler!

Başlıkta, “sorunlu” sözcüğünü kullanmış olsam da onlar şöyle demişti: Problemli öğrenciler elensin!

Altı üstü üç sözcükten ibaretti. Söylemesi dile kolaydı. Üç sözcükten ibaret kısacık bir cümleyle hem sorunun nedenini hem de çözümünü ortaya koyuvermişlerdi. Hem de daha yarıyıl bile tamamlanmadan: Problemli öğrenciler elensin!

Ne de olsa ‘öğretmen’, hele de yasamadan yargı ve yürütmeye dek, eğitim dâhil olmak üzere, tüm toplumsal kurum ve kuruluşları yerle yeksan eylenmiş bir Cumhuriyetin ‘yeni öğretmen’i sıfatını taşımak maharet isterdi günümüzde. Hele hele böylesi bir düzenin efendilerinin ya da ikinci üçüncü dereceden çemişlerinin lûtfuna mazhar olup MEB’in “ulufe tarlası” olarak nitelenen proje okullarında yönetici koltuğuna oturtulmak ise daha da özel maharetler…

Anlaşılmıştı. Maharetleri ‘özel’di! Lakin kim problemliydi? Kim problemsiz? Bunun ölçüsü neydi? Kim ya da kimler belirleyecekti bunu? Peki; “problemli öğrenciler elensin” diyenler de dâhil olmak üzere, problemsiz insan var mıydı?

Şeytan’la Gerdeğe Girenler

Hele de toplumun büyük bir çoğunluğu ekonomik ve sosyal sorunlar altında yaşarken… Hele de insanın insanı sömürüsüne dayanan kapitalist sömürü düzeninin iki temel illeti olarak nitelenen işsizlik ve hayat pahalılığı her geçen gün artarken…

Bunların eşliğinde genelleşen yoksulluk ve gelir dağılımında artan eşitsizlik ve adaletsizlikle birlikte, toplumun geniş kesimleri gelecek kaygısının girdabında, belirsizlik ve çaresizlik içinde sürüklenirken… Kimler problemsiz olabilirdi ki o ailelere mensup çocuklar ve öğrenciler problemsiz olsun.

Toplumun geneline ait olan ülkenin yer altı ve yerüstü kaynaklarına, zenginliklerine fütursuzca el koyan; bunları, kapitalist sömürü düzenin yerli ve yabancı işbirlikçilerine pervasızca peşkeş çekenler ve işleri tıkırında olanlar dışında kimler problemsiz kalabilirdi ki…

Keza yaşanan enflasyon ve pahalılık koşullarında tasarruf tedbiri olarak, porsiyonları küçültmeyi, kasaptan azar azar et almak yerine “Kuzu”yu bir bütün olarak götürmeyi öneren, yedikçe semiren ve yanaşmalıkta yarışan “milli ve yerli” çemişler dışında kimler problemsiz yaşayabilirdi ki…

Aslında onların da yemeden içmeden kesilmelerine yetmese de her an tetikte olmalarını gerektiren, uykusuz kalmalarına yetecek çok önemli problemleri vardı. Hem de bir değil pek çok…

Bunların başında da bugüne kadar çalınıp yağmalanan, aksırıp tıksırıncaya dek yenilen, yenilemeyenlerin de bir yerlere saklandığı kaynakları her an yitirebilme ihtimali geliyordu. Az buz problem sayılmazdı bu… Ne ‘pudra şekeri’ ikramlı partiler giderebilirdi bu problemi ve korkuyu ne de bir kısmı sokaklara salınmış, bir kısmı da kapıya bağlanmış dört ve iki ayaklı malum ‘koruma’lar…

Ve dahası bu ihtimal, artan işsizlik ve pahalılık koşullarında genelleşen yoksulluk ve gelecek kaygısıyla birlikte, her geçen gün kuvveden fiile doğru yöneliyordu. Hal böyleyken, bu ihtimalin fiile dönüşmesi bir yana; potansiyel hali bile, bu zerzevatların uzun bir süredir, olmayan Şeytan’la bile gerdeğe girmeleri için yetip de artıyordu zaten.   

Sorunsuz İnsan Sorundur

İşte bu koşullarda kim ya da kimler problemsiz kalabilirdi ki aileleri aş, iş, pahalılık ve yoksulluk sorunları içinde günlük maişet derdine düşen öğrenciler problemsiz olabilsin.

Aslında hal buyken, akli melekeleri yerinde olduğu halde, problemli öğrenci olmak değil; problemsiz bir öğrenci, problemsiz bir öğretmen, hatta problemsiz bir insan olmak bile sorun olarak değerlendirilmeliydi.

Lakin böyle olmadı. “Problemli öğrenciler elensin!” dediler. En kestirme çözüme yöneldiler. Hem de kendi hallerine ve yöneticisi oldukları okulun haline bakmasızın. Sanki “problemli” olduklarına kanaat getirdikleri öğrenciler elense baştan ayağa tüm okul ve eğitim öğretim düzelecekti. Sanki yalnızca öğrenciler problemli, okul idarecileri, okul ve öğretmenler problemsizdi.

Elbette böyle değildi. Söz konusu okul İstanbul’daydı. İstanbul’un hem kent yoksulluğu hem de nüfusuyla en büyük ilçeleri arasında sayılan Esenyurt’ta, MEB’in “ulufe tarlası” olarak sayılan proje okullarından biriydi.

Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi niteliğine sahip bu okulun başına alanında deneyimli bir meslek öğretmeni bulunamadığından (eğer yerseniz) bir kültür dersi öğretmeni atanmıştı. Yıllardır koltuğunda oturuyordu.

Okulun yaklaşık 1200 öğrencisi, idareciler hariç 40-41 öğretmeni vardı. Lakin öğretmenlerinin yaklaşık yüzde 25’i kadrolu, geri kalanı ise ücretli öğretmenlerden oluşuyordu. Yeterli öğretmen olmadığı için derslerin birçoğu boş geçiyordu. Öyle ki boş geçen bu dersler için işi kitabına uydurmak kaygısıyla usulen yapılan sınavlardan bir gün önce sorulacak sorular öğrencilere dağıtılıyordu. Ertesi gün de sınav işlemi gerçekleştiriliyordu.

Rehber Öğretmeni Olmayan Okul

Ve daha da ilginci, 1200 civarında öğrencinin bulunduğu bu okulda, öğrencilerin sorunlarını dinleyecek, onlara sorunlarının çözümü konusunda yol-yöntem gösterecek, önerilerde bulunabilecek bir tek rehber öğretmen bile yoktu. Ama buna rağmen, okul idaresi ve onunla birlikte hareket eden bazı öğretmenler “problemli öğrenciler elensin” deyip çıkmışlardı işin içinden.

Yalnızca “problemli öğrenciler elensin” demekle kalmamışlardı. Aynı zamanda bunun, ŞÖK, yani şube öğretmenler kurulunda karar altına alınmasını isteyecek kadar ileri gitmişlerdi. Ancak bu karar, birkaç öğretmenin uyarısı sonucu, son anda, ŞÖK kararları arasına yazılmamıştı.

Bunun üzerine, özellikle okul yönetimince dile getirilen “problemli öğrenciler elensin” kararı ve talimatının fiilen uygulanması tercih edilmişti. Burada da öğretmenlerden istenen yol, yöntem ve araç performans notlarıydı. Yani elenmesi gerektiği belirlenen “problemli öğrenciler”e, kasıtlı olarak düşük performans notları verilmesi isteniyordu. Hatta okul yöneticilerinden öğretmenlere şu uyarı gidiyordu: Sınıf huzurunu ders akışını bozacak davranış sergileyen öğrenciler için performans notlarını vermekte acele etmeyin!

Peki; Asıl Kimler Problemlidir?   

İşte tam da bu nokta da soru şudur: Okul idaresi ve bazı öğretmenlerce “problemli” damgası vurularak, kasıtlı olarak elenmesi istenen öğrenciler mi sorunludur? Yoksa “problemli” damgası vurdukları öğrencileri kasıtlı bir biçimde elemeye yönelen idareciler ve öğretmenler mi? Peki; bu koşullar altında okul idaresinin kararına uymayan ya da uymak istemeyen ve bunun gereğini yapmayan öğretmenler mi sorunludur? Yoksa onları buna zorlayan okul idaresi mi? Karar sizindir.

****

Hiçbir eğitimciye, eğitim yöneticisi ve öğretmene yakışmayacağını düşündüğüm, bu türden bir kasıt ve ayrımcı yaklaşım, dahası öğrencileri damgalama ne yazık ki okullarda yaşanmaktadır.

Peki; bu olup bitenlerden, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Levent Yazıcı haberdar mıdır? Yoksa “problemli öğrenciler elensin” kararı İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün kararı mıdır? Eğer bu karar İstanbul MEM’e ait değilse, Esenyurt İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve okul idaresinin ortaklaşa kararı mıdır?

Peki; ya Mahmut Özer? Yukarıda sayılan sorunlar ve olup bitenler karşısında bir ‘bakan’ olarak, yalnızca bakmayı mı tercih etmektedir? Gerçi günümüzde, görülmesi gerekeni görüp gereğini yapamadıktan sonra, ‘bakan’ olsan ne yazar, bak(a)mayan olsan ne… Lütfedenlerin canının istediği zaman alacağı bir sıfattan, bir statüden öte nedir ki..

Son söz: Ne demişti Yaşar Kurt? “Kuklayım ben kukla” sözleriyle başlayan şarkısında… Anımsayın! Eğer anımsamıyorsanız mutlaka dinleyin! Dinletin! Ama asla, hiçbir sıfat, statü ve makam için hiç kimsenin, hiçbir muktedirin kuklası olmayın! Hele “öğretmenim” ve “insanım” diyorsanız.

Önceki ve Sonraki Yazılar