Dr. Aybars Akoğlu

Dr. Aybars Akoğlu

BİR YILBAŞI ÖYKÜSÜ

Dinlenme odasında bulunan tek kişilik koltuğu kapmayı becerebilmiştim. Kolluğa başımı koymuşken ayaklarımı karnıma çekerek bir kedi gibi sığabilmeyi başarmıştım bu herkesin kapmaya çalıştığı koltuğa. 

Pencereden uçsuz bucaksız bir kar tarlası görünüyordu. Kendimi bir geminin odasında, okyanusun sonsuzluğunda bir hiç gibi hayal ettim. Sonra kendime güldüm. İzmir’de her an yağmasını hayal ettiğim karı bulduğumda aklıma nedense bir Ege çocuğu olarak deniz gelmişti hemen. Belki de denizin ortasında olmak, ailemi yakınlarda hissetmek, ülkenin bir ucundaki bu şehirde daha güvenli hissettiriyordu beni. 

Çocukluğum yılbaşında yağacak karı beklemekle geçmişti. Kardeşim, arkadaşlarım dalga geçse de bir gün yılbaşında kar yağacağına inanır ve umutla günler öncesinden gökyüzünü takip etmeye başlardım. Tanrıya sürekli ettiğim iki duadan biriydi yılbaşında kar yağması. Diğeri ise Altay’ın şampiyonluğu. İkisi de olanaksız görülürdü çevremde. Ama ben hep inandım…

Bir yılbaşı gecesi arkadaşımdan gelen bir telefon, babasının hastalığı ve hastaneye kaldırılışı ile anladım 31 Aralık’ın da aslında diğer günlerden bir farkı olmadığını. İlk defa yerinde duramayan tıp fakültesi öğrencileri olarak kahkaha attığımız hastane koridorlarının aslında bir okulun öğrencilerinin teneffüs bahçesi olmadığını gördüm. Dün acı çeken hasta yılbaşı gecesi de acı çekiyordu, kapısında gözyaşı döken oğlu da. İleride meslektaşı olacağım doktorlar bir gün önce nasıl oradan oraya koşuşturuyorlarsa benim sihirli zannettiğim yılbaşı gecesinde de yine oradan oraya koşuşturuyorlardı. O gün canım yanıyorken, can dostum çaresiz ağlıyorken anlamıştım yılbaşının bir sihri olmadığını. 

Şimdi, İzmir’den çok uzak bir yerde tarih 31 Aralık’tı. Lapa lapa kar yağıyordu. Ama buruktu, eksikti, anlamsızdı. Asker ocağında beraber yemin ettiğim kardeşlerim yanımda olsa da sen yoktun, o evet o da yoktu. Yalnızlık, kimsesizlik dedikleri bu olmalıydı daha önce hiç tatmadığım. 

Herkesin birbiriyle şakalaştığı, birbirine laf soktuğu ortamda kapı aniden açıldı. Açan Şafak’tı. Bana sesleniyordu. ‘Atilla, Başhekim İlker Binbaşı seni çağırıyor’ diye. Başhekimler genelde hayırlı bir iş için çağırmazlar doktorları. Ama içimde bir heyecan, bir umut vardı. Yoksa… Olabilir miydi? İlker Binbaşının odasına giderken yüreğimin sesi asker postallarımdan çıkan sesten daha yüksekti. 

‘Bir Tek Sen Anla’ Artemis yayınlarından çok yakın zamanda çıkacak romanımın ismi. İlker Binbaşı ile Atilla ile ne konuşacak? Yılbaşı gecesi yakınlaşan dostluk, bu iki genç adamın hayat akışlarına ve aşk hayatlarına nasıl etki edecek. Seçil, Atilla’ya dönecek mi, İlker Binbaşı hapsedilmiş aşk hayatından firar edebilecek mi? Bunların hepsinin cevapları için az daha sabretmeniz gerekecek. Benim de sizlere yılbaşı hediyem bu kısa öykü olmuş olsun…

Önceki ve Sonraki Yazılar