Dr. Aybars Akoğlu

Dr. Aybars Akoğlu

EMİNE DELİRMİŞ

Kapkara gecede sokak lambasından sızan ışıkla dışarıda yağan karı görebiliyordu. Buz gibi odada yorgana sımsıkı sarılmıştı. Kocası gelmeden uyuması yasaktı. Kocası gelmeden odadaki elektrikli sobayı çalıştırmak yasaktı. O izin vermeden insan olarak nefes alması bile haramdı. 

Zaten çocukluğundan beri tek bir gece uyumamıştı ki. Yan odada üvey babasını bekleyen annesinin de uyumaması için de dua ederdi her gece. Adam gecenin bir yarısında yırtıcı bir hayvan sessizliğinde eve girdiğinde, onun ayak seslerini, soluğunu sadece Emine duyardı. Yakarırdı tanrıya, ‘baba’ demeye dayakla zorlandığı adam, sokakta, salonda bir yerlerde sızsın diye. Ama çok gece, geceyi daha da kara yaparcasına sessizce, acımasızca ve gözü dönmüş olarak sızardı odasına. Yıllarca kendini suçlamıştı. Annesinin kocasına ne yanlış yapmıştı ki; adam, çok gece usulca onun yatağına gelir, ter içindeki elleriyle ona dokunurdu. Kendinden tiksinirdi Emine. Yıkanmak isterdi ama gecenin bir saatinde nasıl yıkanabilirdi? Sabaha kadar ne kadar kirli biri olduğunu düşünür, kendinden iğrenirdi. Yatakta tekrar yalnız kalabildiğinde teyemmüm edercesine elleriyle kollarına, vücuduna dokunur, temizlenmeye çalışırdı. 

Aradan yıllar geçti. Emine bir gün anladı, annesinin aslında uyumadığını. Onun çaresizliğine olan üzüntüsü, birden öfkeye dönüştü. Ama ona ekmek veren, su veren oydu. Ancak kötü bir çocuk annesine kızabilirdi. Komşu teyze, camide imam, okulda öğretmen böyle öğretmemmiş miydi, ‘Cennet anaların ayakları altında’ diye? 

Gözünden bir damla yaş düştü yastığına. Merdivenden ayak sesleri duyuluyordu. Belli ki kocası geliyordu. Kahretsin ki yine başka ayak sesleri de vardı. Kocası olacak adam en son berduş arkadaşlarından birini meyhane sonrası eve içmeye davet ettiğinde o kadar sarhoştu ki, arkadaş dediği adamın, karısına göz diktiğinin farkında bile değildi. Masaya peynir koyarken adam, elini okşamaya çalışmış, o korkuyla elini kaçırmaya çalışırken kadeh devrilmişti. Kadehin devrilmesi ile kocasından koca bir şamar yemiş, neyse ki s.ktir ile odasına kovalanmıştı. 

Merdivenlerin sonuna yaklaştığında kocasının ‘Eminee’ diye böğürmesinden çok daha önce kapıyı açmak için koşmuştu ev girişine. Böğürmesiyle birlikte de kapıyı açmıştı. Adamın yanında zevksizlik ile boya küpüne düşmüş, kocaman halka küpeleriyle ve kolundan paltosunu düşürmek üzere olan bir kadın vardı. Ondan utanmıyorlardı ama komşulardan mı utanıyorlardı? Aralarında konuşmadan girdiler evin içine. Kocası buyurdu: ‘Sofrayı hazırla’ diye. Kadına dönerek ‘Bu gerizekalı şimdi on defa sorar aynı şeyleri’ dediğinde kadının kahkahası hayatında hiç aşağılanmadığı kadar aşağılanmış hissettirmişti kendini. Mutfakta gözünden inen ikinci damla yaşı silerek sanki hiç tanımadığı insanlara hizmet eden biri gibi onların emirlerini almaya başlamıştı. 

Aradan yıllar geçti. Önce üvey babası sonra kocası öldü. Hayatını yaşamaktan çıkartan iki adamın yok olmasıyla rahatlayacağına her gün daha da boğulur oldu. Artık her gece sadece tek damla yaş gözünden sızmıyordu. Haykıra haykıra ağlıyordu. Onlarla yaşarken hesaplaşamamak belki de depresyon dedikleri hastalığın sebebiydi. O takım elbiseli, hafif göbekli, tel gözlüklü hoca böyle demişti. ‘Sende OKB hastalığı ve depresyon var’. Bir de yas falan diyordu ama kafası almıyordu. Nefret ettiği iki adamın ardından yas niye tutsun ki? Oysa onlarla birlikte giden bir ömrünün belki de kendi de farkında değildi. O da yaşamadan ölüyordu adeta. 

Psikiyatri servisine yattığında, doktoru çocuğu yaşında, psikiyatri asistanlığına başlayalı onbeş gün olmuş genç bir hekimdi. Belli ki hala gömleklerini annesi ütülüyor, kravatını babası bağlıyordu. ‘Buna annesi sütünü de içirip işe gönderiyordur’ diye düşünüp gülümsedi. Komşuları mahallede ‘Emine delirmiş, tımarhaneye yatırmışlar’ diye kulaktan kulağa oynuyorlardı. O ise ilk defa onu dinlemeye hazır, onu günahıyla sevabıyla kabul eden bir yürek bulmuştu. Onu suçlamıyor, onu eleştirmiyordu. Sadece insan olduğu için değer veriyordu. Hayatında ilk defa tımarhane dedikleri yerde kendini değerli hissedebiliyordu. Kendi kendine mırıldandı: ‘Emine delirmiş.’

Önceki ve Sonraki Yazılar