Dr. Aybars Akoğlu

Dr. Aybars Akoğlu

YENİDEN SEVEBİLİR Mİ?

Saçlarına ak düşmüş adam öfkeden elleri titreyerek, boğulduğunu hissederek haykırıyordu ‘hiç mi bana değer vermedin, sevmedin?’ diye. Saçmalama dedi yüreği kırgın, uğradığı haksızlıklara bugüne kadar direnmeye çalışmış ama en sonunda sevdiğinden tokat da yemiş, her zaman asla vazgeçmem diyen kadın. 

O nasıl değer vermeyebilirdi ki? Bir ömür hayatını hayatına adına adadığı adam, kendini onunla tanımladığı adam, hala bunu sorgulayabiliyorsa gerçekten boşuna mı yaşamıştı? Şimdi ona sevgisi bitmiş miydi? Asla… Yoksa her gece yatağında dökülen gözyaşları, hala onun hayatıyla ilgili duyduğu endişe, hala onun hayatını yoluna sokma hayallerini kurabilir miydi? 

Tam onsekiz yıl bir gün bile yanından ayrılmamıştı sevdiğinden. Onunla gülmüş, o ağladığında ağlamıştı. Yokluk içinde sımsıkı sarılıp dünyanın en mutlu çifti oldukları geceler de olmuştu, sofralarına bir kuru ekmek koyamadıkları da. Ama birbirlerine sevgilerinden bir dirhem bile kaybetmemişlerdi. Hayatın getirdiği her yenilgide daha da çok sevmişlerdi birbirlerini. Ceplerindeki son parayla birbirlerine aldıkları hediyeler dünyanın en pahalı hediyelerinden çok daha değerliydi onlar için. Kendi dünyaları vardı, kendi umutları vardı. Aşkları bu sahte dünya için fazlasıyla yeterdi, dünyanın en şanslılarıydı. 

Sonra emekleri, çabaları maddi bir zenginliğe dönmüştü. Ekmek koymaya zorlandıkları sofra artık zenginler sofrasıydı. Elbette bu sofraya dar günde olmayan yalancı dostlar, kapkara günlerde bir defa kapılarını çalmamış eski akrabalar ve bu aşkı önceki hayatlarında bulamayıp da haset eden ikiyüzlü insanlar abone olmuştu. Gönülleri o kadar zengindi ki, mutluluklarına ortak olacak herkese kapıları açıktı. Belki de en büyük zaafları da buydu. 

Zenginleşme, adamı şımartmıştı. Kadın çok zaman yalvarırdı. Bu bizim hayatımız değil diye. Biz mutluluğu her koşulda yaşarız ama bu mutlulıık değil diye. Adam, onu küçük düşünmekle suçlardı. Oysa o şatafatın kapılarını açan, elinin değdiği her şeye değer katan karısıydı. Bu gerçeği, en başta farkındayken sonradan inkara dönüştürmede çevredekilerin de payı oldukça fazlaydı. Sahte gülüşlü kadınlar, içlerindeki sevgi açlığını, başka yollarla doldurmayı yaşam yapmış kadınlar ona öyle övgüler yapıyordu ki, dünyanın merkezinde kendi olduğu yanılsaması artık onun tek gerçeği haline dönüyordu... Bu zenginlik onun başarısıydı. Eskiden dizilerde gördüğü zenginler gibi yaşamak onun en doğal hakkıydı. Bu ona cennetten bir ödüldü. Her şeyiyle bunu yaşamayı kendine hak görüyordu. 

Zenginlik içinde geçen beş yılda yokluk günlerinde ettikleri tüm dualar kabul olmuştu. Zaten duaları bile mütevaziydi. İlk başta olan mutluluk sarhoşluğu sonradan adamın başladığı hovardalıklarla en mutsuz anılara dönüşüyordu. Kadın gururluydu, elini ayağını her şeyden çekmişti ama onun iyiliğini istemekten kendini alıkoyamıyordu. Özgür iradesi olduğunu sananlar ya aşkı tatmamış ya hiç nefret etmemişti. O aşıktı, özgür iradesini yitirmişti. Sadece bir kenara çekilmiş, yüreği acı içinde gelecek felaketi sevdiğine defalarca dile getirse de ona tehlikeyi bir türlü hissettirememişti. Bu yalan zenginliğin mimarı kadının sözlerini dikkate almayan adam, her şeyini yitirme yoluna çoktan girmişti bile. 

Adam, yaptığı yatırımlarda dolandırıldığını, etrafında dolaşan estetik cerrahi güzeli kadınların sadece iyi gün dostları olduğunu çok geç fark etmişti. Kucaktan kucağa gezmeyi hayat edinmiş kadınları nasıl olmuşta en değerlisine tercih etmişti? Kendine o kadar öfkeli ve o kadar suçlu hissediyordu ki, bunların hepsi senin suçun dediği için elini tutarken, yüzünü okşarken bile itina gösterdiği kadını tokatlamıştı. Kadın için son nokta bu olmuştu. Bir daha ne kadar severse sevsin, ne kadar onsuz nefes almanın hayatı anlamsızlaştıracağı bilse de ondan uzaklaşmalı, en azından acı çeken ruhunu özgür bırakmalıydı. 

Her şeyini yitirmiş, gelecek için bir atım bile gücü kalmamış adam şimdi yüzünde çizgiler belirginleşmiş kadına yalvarıyordu onu bırakmaması, onu sevmesi için. Tekrar sevebilir miydi? Zaten sevgisi bir gün bile azalmamıştı ki. Sevdikçe acısı artmıştı sadece. Ama yeniden başlayabilir miydi her şeye? Gücü yoktu, inancı sarsılmıştı. 

Bu bir aşk hikayesiydi. Siyah-beyazdı bizim gibi biraz. İstedim ki herkes hikayenin sonunu kendi getirsin. Ben adamın adına Altay Bey koydum, kendi öykümde. Siz dilediğiniz isimleri koyup, dilediğiniz sonu yazabilirsiniz. 

Önceki ve Sonraki Yazılar