BİTMEYEN DERDİMİZ, HUKUKU ARAMAK

Ülkemizin başında sürekli değişmeyen bir ağrımız var, ağrıyı dindirecek bir ilaç arıyoruz, aspirin gibi. Hukuku arayıp bulmak ve adaleti sağlayabilmek. Adeta migren ağrısı gibi, bazıları için her bahar mevsiminde yaşanan alerji hastalıkları gibi. Ara sıra ağrılar geçse de mevsimi geldiğinde tekrar nüksediyor. Bir türlü kurtulamıyoruz.

En son Osman Kavala, Gezi, Canan Kaftancıoğlu davalarında verilen cezalar  ülke gündeminde. Herkesin olmasa da makul çoğunluğun kabul edebileceği yargı kararlarını arıyoruz ama bulamıyoruz, Elbette ki, siyasi davalarda tartışmalar yaşanacaktır, ama en azından ceza ve hüküm gerekçeleri açıklandığında yargı camiasının büyük çoğunluğu tarafından makul ve kabul edilebilir olduğunu görebilsek siyasetin ne dediğine bakmayacağız, siyasettir olur böyle diyebileceğiz. Ama olmuyor, olamıyor, neden?

Şu bir gerçek; Türkiye’de hemen hemen herkesin üzerinde mutabık kaldığı bir konu, hukuk alanında ve hukukun icra yeri olan yargı makamlarında, yargılama süreçlerinde, yasalarda çok ciddi problemlerimizin olduğudur.

Sürekli yargı paketleri açıyoruz, her yıl adli yıl açılışlarında ilgili yılın Temel İnsan Hakları konusunda reform yılı olacağına, yargılama süreçlerinde yeni iyileştirmeler yapılacağına dair konuşmalar yapılıyor, ancak her geçen yıl bir önceki yılı aratıyor, ister düşünce, ifade hürriyeti gibi, isterse mülkiyet hakkı, basın özgürlüğü gibi Temel Haklar konusunda olsun, maalesef bir türlü şikayetler, itirazlar, hukuk ihlalleri bitmiyor, aksine artıyor. Bunun en büyük kanıtı, İstinaf mahkemelerinin açılmasına, yargıya intikal etmeden çözüm yeri olarak Hakemlik Müessesinin kurulmasına rağmen hala dava sayılarının ve mevcut dava dosyaların da azalmamasıdır. Neden?

Bu ülke insanı temel de iki özelliği ile övünür, Türklük ve Müslümanlık. İlköğretimde her hafta başında “Türküm, doğruyum, çalışkanım” diyerek ant içerek eğitime başladık, her hafta Cuma namazında hutbede “Muhakkak Allah adaletle, her işte adil olmakla, iyilikle, iyi insan olmakla emrediyor” ayetini dinleyerek ibadetimizi yaptık. Ancak ne birey ve toplum ne de devlet olarak iyiyiz, doğruyuz ve adaletle hükmediyoruz. Yanlış söylüyorsam ve yazıyorsam lütfen yüksek sesle “Hayır, sayın yazar, kesinlikle böyle değil, biz Türk ve Müslüman olarak, doğruyuz, iyiyiz, kendimize ve çevremize karşı adiliz” deyin.

Anayasamızda Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğu yazılı. Hukuk devleti iki kelimeden oluşuyor, biri hukuk diğeri ise devlet. Öncelik hukuk sonra devlet. Şekilsel olarak bakıldığında da hukuk daha önce geliyor, devletin önünde. Biz de ise, galiba herkes şu konuda hem fikir, Türkiye’de devlet hukuktan önce geliyor. Yanlış mı?

Türkiye elbette ki hukuksuz bir devlet değil, ama kabul edelim ki, evrensel hukukun, evrensel hukuk kurallarının bireyler ve toplum olarak içselleştirildiği bir toplum, yargı makamlarının kararlarında evrensel hukuk kurallarına göre karar verdikleri bir devlet te değil. Ne demek istiyoruz?

Sevgili okurlar;

İnsanlık tarihinin yüzyıllar hatta binlerce yıl bazen savaşarak, bazen uzlaşarak elde ettiği ve geliştirdiği evrensel ceza hukuku kuralları kısaca şu dört temel kurala dayanır. Suçun şahsiliği, kanuniliği, masumiyet karinesi ve temel insan haklarının (düşünce, din ve vicdan hürriyeti, mülkiyet hakkının vb.) vazgeçilmez olmasıdır.

Bu kavramları yazının fazla uzayabileceğini dikkate alarak 2 ayrı makalede ele alıp, bir önceki paragraftaki ifadenin karşılığını siz okurlara bırakalım.

1-Suçun şahsiliği: Suçların ve cezaların şahsiliği evrensel hukukun birinci kuralıdır. İnsanlar ancak işledikleri suçlardan cezalandırılır, başkasının işlediği suç ve/veya suçlardan değil.

Bu kural, aynı zamanda dinin ve genel ahlak kurallarının da bir gereğidir. Yüce dinimizin kitabı Kuranı Kerim’de 5 ayrı sure ve ayette söz konusu evrensel hukuk kuralı açıkça yer almaktadır. En geniş ve anlamlı olan Enam suresi 164’üncü ayetinde geçer. “Herkes ancak yaptığının, kesp ettiğinin sonucundan sorumludur. Hiç kimse başkasının suçundan dolayı cezalandırılamaz.” 

Suçun şahsiliği genel ahlak kurallarının da zorunlu bir sonucudur. Hiç kimse babasının, akraba veya arkadaşlarının veya çalıştığı bir şirketin, kuruluşun yaptığı bir hatasından, kabahatinden dolayı ayıplanamaz, dışlanamaz.  

Evrensel hukukun geçerli olduğu devletlerde, yargı makamları suçun suçlu tarafından işlendiğine dair maddi delilleri ve suçlunun kastını arar. Kişilerin suçlu olduğuna dair hiçbir şek ve şüpheye yer bırakmayacak şekilde kesin ve hukuka uygun deliller olmadıkça hiç kimseye ceza verilemez. Öyle ki, sanığa isnat edilen suçun yüzde 99 sanık tarafından işlendiğine kanaat getirseniz,  ve fakat hala yüzde 1 dahi olsa bir şüpheniz  varsa hukuk kuralları  gereğince sanığa ceza veremezsiniz. 

Şu soruları kendimize soralım? Türkiye’de suça ve suçluya mı, yoksa suçlunun arkasında kimler olduğuna mı bakılıyor. Eğer suçlunun arkasında olanlar bizdense suçluyu kurtarmanın yolları aranıyor mu, bulunuyor mu.? Yok suçlunun arkasında olanlar bizden değilse o zaman suçlu cezasını hak ediyor ve çekiyor mu?

Bizim yargımız suçsuz olanları suçlu gibi göstermeyi ve tutuklamayı, suçlu olanları ise zaman aşımından salıvermeyi becerebiliyor mu? Çok uzaklara gitmeye gerek yok, son on yıldaki ticari ve siyasi davaların seyrine, davanın başı ve sonuna bakın yeter. Çok yakın tarihte pek çok örnek var ama ben yine de biraz geriye gideyim, 2001 krizinin nedenlerinden birisi olan zimmetlerine para geçiren, nitelikli dolandırıcılık yapan banka patronlarına ne oldu? Cevap maalesef, “zenginler mutlaka bir gün bir yerde hukukla karşılaşır ve anlaşırlar, ya zengin hukuku arar, bulur ya da hukuk zenginle tanışır, tanıştırılır.”

2-Suçun kanuniliği: Kanunsuz suç ve ceza olmaz diye tanımlanan suçun kanuniliği ilkesi aynı zamanda yasaların geriye doğru yürümezliğini de içerir. Yani, suç işlediği iddia olunan kişi veya kişiler yasada tanımlanmayan ve cezası belirtilmeyen hiçbir suçtan yargılanamaz ve cezalandırılamaz.

Dünyada Türkiye’de olduğu kadar çok fazla kanun çıkaran ve çıkardığı aynı kanunları da üç ayda, altı ayda, ya da bir yılda sürekli değiştiren bir ülke var mıdır? Çıkarılan kanunun son maddesine; geriye dönük şu tarihten itibaren geçerlidir, diye madde koyan kaç ülke vardır?  Hatırlayalım, tutuklama gerekçesi oluşsun diye kaç defa “basit şüphe, makul şüphe, kuvvetli şüphe, somut olay, soyut olgu vb.” kavramları üzerinde değişiklik yapılmadı mı? Buna rağmen, neyin kuvvetli neyin makul şüphe olduğunda uzlaşı sağlayabildik mi?  Bırakın yasaları, Anayasa maddelerini neredeyse on yılda bir bizden başka değiştiren kaç ülke vardır?

Çıkarılan yasalara uyumda bizim toplumumuz kadar kötü örnekleri olan kaç toplum vardır?  Bu topraklarda “yasaklar ancak üç gün sürermiş” diye bir söz var. Ne kadar çok kötü emsal var değil mi? 

Dahası da var değil mi, Anayasanın teminatı olan Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmayan bir ülkeye ne diyeceğiz. Devam edeceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar