BİTMEYEN DERDİMİZ, HUKUKU ARAMAK -2

Bir önceki yazıda evrensel hukukun temel ilkelerine devam edeceğimizi belirtmiştik.

3-Masumiyet karinesi: Hakkında iddia olunan suçlardan kesinleşmiş bir hüküm olmadıkça hiç kimse suçlu olarak kabul edilemez, suçlu olarak muamele göremez. Suçsuzluk karinesi olarak da tanımlanan bu kural, Anayasamızın 38 inci maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” ifadesiyle yer alır.  Suç işlediği iddia olunan şahıslar hakkında yargılama yapılır, yargılamanın amacı da maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır. Yargılama esnasında suç işlediği iddia olunan şahsın masum olduğunu ispatlaması gerekmez. Diğer bir ifadeyle, masumiyet karinesi ilkesinin gereği, iddianın ispatı iddia makamına aittir. 

Hal böyle iken, yani masumiyet karinesi hem evrensel hukuk kuralı hem de Anayasal güvence altında iken maalesef ülkemizde durum hiçte öyle değildir. Bu topraklarda özellikle terör gibi, örgüt suçları gibi davalarda basın yayın ve medya eliyle insanların hayatlarının nasıl karartıldığı, toplu infazlar yapıldığı, yaş ile kurunun aynı torbalara doldurulduğu pek çok defa yaşanmıştır. Öyle ki, çok defa bu türden torba davalarda sanıkların masumiyetlerini kendilerinin kanıtlaması istenmiştir. Çünkü, “bir şey olmasa içeri almazlardı, yoksa da ilk mahkemede tahliye olur, evladım, bu ülkede başının ağrımaması için koşma, konuşma, karışma, itaat et, rahat et” cümlelerini büyüklerimizden, çevremizden sıkça duymuşuzdur.  

Gelişmiş ülkelerde kamu adına açılan davalarda yüzde seksenlere, doksanlara varan mahkûmiyet kararlarına kıyasla Türkiye’de kamu davalarında yüzde elli, elli beş oranında mahkûmiyet çıkmasını nasıl yorumlamak gerekiyor.  Masumiyet karinesi ilkesine riayet edilse, kamu adına dava açan ve hüküm verenlere rücuen tazmin yolu açık olsa veya işletilse, yargısal denetim mekanizmaları olsa yukarıdaki tablo olur mu? OECD ülkeleri içinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden en fazla ihlal alan Rusya’dan sonra ikinci ülke maalesef Türk yargısı değil mi? Acaba, yargıya müdahale olmadan siyasetin, siyaset kurumlarının, toplumun ve bireylerin demokratik kontrol mekanizmaları işletilse acaba bu kadar rahat, bu kadar pervasızca masumiyet karinesi ihlalleri yaşanır mıydı bu ülkede. Çok şey mi istiyoruz, çok zor mu bu türden demokratik kontrol yolları, mekanizmaları kurmak, işletmek.

4- Temel Hak ve Özgürlüklerin Vazgeçilmez Olması:

İnsanlık tarihinin gelişimine bağlı olarak üzerinde en fazla yazılan, tartışılan konuların başında, temel hak ve özgürlüklerin neler olduğu ve sınırları gelmektedir.  Günümüzde Temel Hak ve Özgürlükler dendiğinde hemen hemen herkesin üzerinde mutabık kaldığı; düşünce ve ifade özgürlüğü, din-vicdan ve teşebbüs hürriyeti, mülkiyet hakkı gelmektedir.  Hepimiz biliyoruz ki, bu özgürlükler kolay elde edilmedi, tüm insanlık tarihi boyunca, doğuda ve batıda savaşlar yaşandı, ayaklanmalar, isyanlar, ihtilaller, reform hareketleri ve Ulus Devlet süreçleri yaşandı.  Hammurabi kanunlarından Veda Hutbesine, Magna Cartalardan yakın tarihte cadı avlarına kadar tarihte çok yaşanan şeyler var. Kolay olmamıştır, insanlığın bugün temel hak ve özgürlükler alanında geldiği nokta.

Anayasamızda 12 inci maddeden 42 inci maddeye kadar genelde Temel Hak ve Hürriyetler yer almaktadır. Maddeler genelde şu şekildedir “herkes adil yargılanma hakkına sahiptir, herkes mülkiyet hakkına sahiptir, basın hürdür, sansür edilemez”.

Ülkemizde hala bu alanlarda sıkıntıların olmadığını söylemek pek mümkün  görünmüyor, hatta giderek arttığını söylesek yalan söylemiş olmayız. Öyle olsaydı, her adli yıl açılışında insan hakları alanında bu yılın reform yılı olacağı söylemleri olmazdı, yargı paketleri açılmazdı. Kabul etmeliyiz ki, Anayasamızda yer aldığı halde hala bu ülkede düşünce ve ifade hürriyeti, basın medya özgürlüğü ve mülkiyet hakkı konularında çok ciddi yasal boşluklar ve olumsuz uygulamalar devam etmektedir.

Acı ama gerçek, yukarıda en temel olanlarını yazmaya çalıştım. Evrensel Hukuk Kurallarını uygulamak, işler hale getirmek, hukuk devletini inşa etmek bu topraklarda, o kadar zor ki; sokakta okumuş, okumamış insanlarımıza sorsak, bu ülkenin insanları bir gün gerçekten hukuk devletini görür mü diye, sonuç ne çıkar?  

Şahsen ben şu yaşıma geldim, lisede iken 1980 ihtilalini gördüm, üniversite yıllarında ihtilal dönemini, sonrasında tek parti iktidarlarını, sağ ve sol diye tanımlanan farklı koalisyonları gördüm, ekonomik krizlerin nedenlerini ve sonuçlarını yaşadım, yargılanan, partisi kapatılan, hapiste yatan sonra Başbakan ve Cumhurbaşkanı olanları, ceza alan belediye başkanlarını, sonrasında Başbakan ve Cumhurbaşkanı olanları gördüm, geçmişte mağdur olup adaletten dem vuranları ve sonrasında yetkili makama gelenleri gördüm ama maalesef ülkemizde evrensel hukuk kurallarının tam olarak uygulandığı bir dönemi gör-e-medim, bilmem siz gördünüz mü? Bundan sonra da evrensel hukuk kurallarının geçerli olduğu bir hukuk devleti göreceğimi de zannetmiyorum. Nedenleri mi, bir sonraki yazıda buluşmak umuduyla. Şu kadarını belirtmek isterim ki, genel geçer nedenlerden çok farklı bir yazı olacak, biz de evrensel hukuk kurallarının uygulamada neden olamayacağına dair.   

Önceki ve Sonraki Yazılar