DÖVİZDE RİSKLİ DÜZENLEMELER, 80 ÖNCESİNE DOĞRU MU?

Son haftalarda Merkez Bankası, BDDK ve Hazine  tarafından yayınlanan düzenlemelere bakılınca acaba 1980 öncesi ekonomik düzene geri mi dönülüyor diye endişeler artmaya başladı. Endişe duyanlar haksız sayılmazlar, çünkü hemen hemen her gün finans piyasalarını ilgilendiren genellikle kısıtlama, cezalandırma veya sopa karşılığı havuç verme şeklinde kararlar  görüyoruz.  Özetlersek;

-İhracatçılar dövizlerinin yüzde 25’ini ülkeye getirecek ve TCMB’da bozduracak.  

-Turizm gelirleri elde edenler bu dövizlerin yüzde 40’ını TCMB’na satacaklar.

-İhracatçıların  TCMB’a satacakları oran yüzde 25’den yüzde 40’a yükseltilmiştir.

-İhracatçılara ve turizmcilere kullandırılacak 150 milyar TL’den dövize yönelme olmaması için bankalar taahhüt alacaklar ve zorunlu karşılık ayıracaklar.

-Kobiler hariç kullandırılan ticari kredilerde bankalar kredi büyüme oranına göre değişik oranlarda zorunlu karşılık ayıracaklar.

-Bankalar müşterilerinin internette forex işlemlerini görmemesini sağlamak üzere bu işlemleri ekranlarından çıkaracaklar,  müşteriler forex rakamlarını göremeyecekler.

-KKM’ye geçişte hedeflenen miktarlara ulaşmayan bankaların TCMB’da tuttukları döviz munzam karşılıklara uygulanan faiz oranları daha düşük tutulacak.

-En son dün, 28 Nisan 2022 tarihli yeni kurul kararı ile sermaye yeterlilik rasyosu  hesaplamasında yabancı para kalemler için 252 günlük kur ortalaması yerine 31 Aralık 2021 Merkez Bankası (TCMB) alış kuru yani düşük kur (13,33 TL) kullanılacak.

Bu tebliğlerin dışında bir de bankalara BDDK’dan telefonlarla kredi çekip dolar, euro veya sterlin alındığına dair uyarı telefonları geliyor. Zaten vatandaşların KKM’ye geçmesi için bankalara baskı yapıldığı, mesajlarla vatandaşların KKM’ya yönlendirildiği birkaç aydır biliniyordu, duyuluyordu.

Sevgili Dostlar;

Tüm bunların yapılmasının nedeni, TCMB’nin liralaşma stratejisi olarak anlatılmakta. Dün TCMB Başkanı Kavcıoğlu enflasyon raporu toplantısında açık açık bunları anlattı. Aslında, olan biten ekonomik olarak şu;

TCMB politika faizini artırmadan döviz kurlarını belli bir oranda tutabilmek. Çünkü, uygulanan ve adına YEM denen modelin mantığı şuydu. Önce faiz düşürülecek, düşük faizle yatırımlar ve yüksek kurla ihracat artacak, bu suretle cari açık fazlaya dönüşecek, dövize talep azalınca kurlar istikrara, enflasyon da düşmeye başlayacak. Ancak,  işler istendiği, hayal edildiği gibi gitmedi. Şöyle ki; 

Faizi düşürme işini erkenden açıklayıp gelecek aylarda devam edeceğiz deyince, döviz kuru patladı ve enflasyonun patlamasına yol açtı. Döviz kuru kontrolden çıkınca Kur Korumalı Mevduat hesabı diye Hazine garantileri verildi. Bu uygulamanın başarılı olduğunu ispatlamak için saat 17den sonra açık veya yan yollardan döviz satışı yapılmakta. Ancak, tüm bunlara rağmen ne dış ticaret açığı azaldı, aksine daha bugün açıklandı, -Ocak-Mart 2022 dönemi dış ticaret açığı yüzde 138 artmış, 26,5 milyar dolar olmuş- ne de enflasyonda  düşüş  var, her ikisi patlamış durumda. Öte yandan tüm bu açıklanan tebliğlere ve zorlamalara rağmen TCMB’nin döviz rezervleri de artmıyor, çünkü havuzun altı ve yanları delik, su akıyor. 

Siyaseten olan bitenin aslı esası şu; yıllardır söylenen “dış güçler ekonomimize saldırıyor, ülkemizin her alanda aktif olmasını hazmedemeyenler döviz üzerinden, faiz üzerinden yıkmaya çalışıyorlar” söylemi artık seçmen pazarında kabul görmeyince seçimlere kadar her ne pahasına olursa olsun dövizi durdurdular  algısını vatandaşa verebilmek. Bu uğurda gerekirse üç ay içinde KKM için 12 milyar TL garanti ödemesi, 11 milyar TL. kurumlar vergisinden feragat, TCMB’den 1,5-2 milyar TL’lik kur farkı olmak üzere toplamda  24-25 milyar TL. lik  maliyete razı olunmakta.     

Tüm bu olup bitenler karşısında, vatandaşlar haklı olarak soruyor, 1980 öncesine döviz kıtlığına veya sermaye kontrollerine doğru bir gidiş mi var? Maalesef pek çok alanda, siyasette, hukukta olduğu gibi ekonomide de gidiş geriye doğru.

Hatırlayalım, 1980’li yıllara kadar Türkiye, ithal ikamesine dayalı sanayileşme modeli ile korumacı ithalat rejimine bağlı, para piyasası açısından denetime ve sabit kur sistemine dayalı aynı zamanda negatif faizin uygulamada olduğu bir ekonomi modeline sahipti. 24 Ocak 1980 Kararlarıyla serbest piyasa modeli uygulanmaya başlandı. İthal ikamesi modeli yerine ihracat öncelikli modele dönüldü.  Mal ve para piyasalarında serbestlik tercih edildi. 1984 yılında sabit kur sistemi terk edildi, döviz kurunun piyasada belirlenmesi için adımlar atıldı, 1989 da Kambiyo Rejimi tamamen değiştirildi. 1994 krizinden sonra da negatif faiz, yani enflasyon oranının altında faiz uygulamasından vazgeçildi.

Şimdi ise kırk yıl sonra geldik, yine aynı tartışmalara, kaygılara.

Ülkede tam demokrasi yok, bu nedenle ileri demokrasiye geçiyoruz denildi. Demek ki ileri demokrasilerde yasalar ve uygulamalar geriye dönük oluyormuş. 

Ben yine de, 1980’li yıllara dönüş olacağını, sermaye kontrollerinin olabileceğini zannetmiyorum. Bu arada yukarıda olan bitenin bir nevi sermaye kontrolünün ayak izleri olduğunu düşünüyorsanız, buna da değildir diyemem. Ancak, dijitalleşmenin ve teknolojinin bu denli yaygın olduğu küresel dünyada sermaye kontrolleri işlemez,  parası olanlar bir şekilde işlerini çözerler, yurt dışına para çıkarmak isteyen büyük firmalar, sermaye bir şekilde yolunu bulur, yine çıkartır. 

Tekrar etmekte yarar var, 2000-2001 ve 2018-2019 dönemlerinde olduğu gibi baskı altında, kontrollü döviz kuru sistemleri yürümez, bir yerde patlar, havuzun deliği çok büyüyünce  tamamen su boşalır, Hazine garantileri de yetmeyince havuzu doldurmak için daha yüksek bedeller toplam nüfusa tekrar bölünür.

Önceki ve Sonraki Yazılar