KÜRESEL KRİZ TEĞET Mİ GEÇTİ, 2008-2009 DÖNEMİNDE NE OLDU, ŞİMDİ NE OLACAK?

Sn. Cumhurbaşkanı zaman zaman  “2008 Küresel Kriz döneminde IMF’le anlaşma yapın türünden öneriler geliyordu. Ben, endişelenmeyin, bizi teğet geçecek dedim, öyle de oldu” şeklinde konuşuyor. Son günlerde yaşanmakta olan hızlı döviz kuru artışlarının oluşturduğu endişeler karşısında “Geçmişte söylediğim gibi, bu ekonomik dalgalanma da teğet geçecek, altı ay sonra yeni modelin meyvelerini alacağız, biraz sabır bekliyorum” dedi.  Çevremde zaman zaman “Doğru, o zaman öyle demişti, aynen dediği gibi çıktı” ifadeleri duymaktayım. Gelin, 2008-2009 dönemine birlikte bakalım ve küresel finans krizi gerçekten ülkemizi teğet mi geçmiş, karar verelim. 

2008 krizi, ABD emlak piyasasında başlayan bir finans kriziydi. ABD’de mortgage piyasası salt bir emlak piyasası değildi, arkasında büyük fonları, bankaların türev finansal araçları barındırıyordu. Uzun uzadıya küresel finans krizini açıklamaya gerek yok, emlak piyasalarında yaşanan fiyat artışları ve kredilerin geri dönmemesi sonucu birkaç büyük banka batmış, bankacılık sistemi zarar görünce ABD Hazinesi ve  FED devreye girmiş, aynı şekilde  benzer kredi zinciri Avrupa’ya sıçrayınca küresel finans krizi İngiltere, Almanya gibi ülkeleri ve tüm Avrupa’yı derinden etkilemişti. 

2008 Eylül ayında başlayan kriz gelişmiş ülkeler dışında gelişmekte olan ülkeleri de etkiledi. Gelişmiş ülkelerdeki ekonomik büyümenin düşmesiyle bu ülkelere gelişmekte olan ülkelerin ihracatlarının düşmesine, bu da dış ticaret gelirleri azalan gelişmekte olan ülkelerde ekonomilerin küçülmelerine yol açtı. Daha da önemlisi, gelişmekte olan ülkelere sıcak para girişleri kesilmeye başladı. 

Şimdi gelelim ülkemize etkilerine. Hatırlayalım, ülkemizde 2001 Ekonomik krizinden sonra Sn. Kemal Derviş’in hazırladığı IMF’den finansal destekle başlayan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı uygulanmaya başlamış ve 2002 sonunda AKP’nin tek başına iktidarıyla bu program devam etmişti.  2005 yılına gelindiğinde AKP hükümeti 10 milyar Dolarlık bir kredi paketi içeren üç yıllık yeni bir IMF Stand-by daha imzaladı. 2002-2007 döneminde enflasyon tek haneye indirildi, beklentilerde iyileşmeyle birlikte faizlerde düşüşler yaşandı, istikrarlı bir ekonomik büyüme ve döviz kuru sayesinde milli gelirimiz 10.000 Dolara ulaşmıştı. İsterseniz lafı uzatmadan 2002-2007 arasını ve 2008-2009 dönemi istatistikleri tabloda gösterelim. (HMB,TUİK)

Göstergeler 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009

GSYH ($) 200,3 238 312 404 499 548 677 663 645

Büyüme -5,9 6,4 5,6 9,6 9,0 7,1 5,0 0,8 -4,7

K.B. Gelir 3.050 3581 4698 5961 7304 7906 9656 10931 8980

Enflasyon % 68,5 29,8 18,4 9,3 7,7 9,6 8,4 10,1 6,8

İşsizlik %   7,8 10,8 11,0 10,8 10,4 9,5 9,9 12,7 12,6

C.Açık/GSMH +1,9 -0,3 -2,5 -3,7 -4,6 -6,1 -5,9 -5,7 -2,2

B.Açık/GSMH -11,8 -11,2 -8,8 -5,4 -1,5 -0,5 -1,6 -1,8 -5,5

TL/$    1,1    1,6 1,39 1,35 1,34 1,41 1,16 1,51 1,55

 

Bilindiği gibi  AK Parti,  2001 krizi nedeniyle çökmüş, yeni IMF programıyla toparlanma yoluna girmiş bir ekonomik tablo devraldı. 2003-2007 döneminde ortalama % 6’lik bir ekonomik büyümeyi sağlayarak kişi başına milli geliri 3.600 $’dan 10.000$’a kadar yükseltmişti. Bunda hem siyasi istikrarın hem de uygulanan program ve ehliyetli bürokratların katkısı çok fazlaydı. (Bu vesileyle belirtmeden geçemeyeceğim, her üç ayda bir içeriği ve hedefleri değiştirilen YEP’e ve YEM’e kıyasla, Sn. Derviş’in hazırladığı ve S. Babacan’ın devam ettirdiği üç yıllık programın hedefleri neredeyse birebir tuttu, 2001 Mart ayında açıklanan programa göre 2002 yıl sonu enflasyon hedefi % 25 idi, % 29 oldu, 2003 yılı hedefi %15 idi, %18 gerçekleşti, 2004 sonu %8 idi, % 9,3 olarak  gerçekleşti)  

Küresel kriz 2008 yılı Eylül ayında başladı. 2008 yılında ülkemizde ekonomik büyümede yavaşlama ve 2009 yılında ise yüzde 5’ye yakın, -4,7 oranında bir küçülme yaşandı. Şayet 2008-2009 yıllarını kapsayan, iki yıllık bir dönemi dikkate alırsak, ekonomik küçülme yüzde 6’ları aşmış durumdadır, çünkü 2007 yılında yüzde 5 büyümeden sonra 2008 de yüzde 0,8’ e düşmüş, 2009 yılında ise bu düşüşe rağmen eksi büyüme, yani daralma yaşanmıştır. 2001 yılı kendi krizimiz döneminde Türkiye’nin eksi 5,9 oranında küçüldüğünü düşünürsek, kanaatimce 2009 yılındaki yüzde 4,7 küçülmeyi daha iyi anlayabiliriz. Aynı şekilde, kişi başı milli gelirde 9,600 $ dan 2009 yılında 8,900 $ düzeyine düşmüştür. 

Enflasyon oranlarına baktığımızda 2004 yılında tek haneye, yüzde 9,4’e düşen enflasyon 2008 yılında tekrar çift haneye yükseldi; 2009 yılında ise alınan önlemlerle tekrar tek haneye yüzde 6,8’e düştü. Bu noktada, döviz kurlarının 2008-2009 döneminde neredeyse aynı kalması çok önemlidir, bugün yaşadığımız kur türbülansının etkilerini anlama adına. Hatırlayalım, 2008-2009 döneminde iki yıl boyunca  ABD Dolar’ın yıl ortalaması 1,50-1,55 TL düzeyindeydi. Her ne hikmetse, bu dönemde dış güçler dolar üzerinden ülkemize saldırmayı akıl edememişler! 

Bu bağlamda, çok önemli bir veriyi de açıklamak isterim. 2008 yılında TÜFE yüzde 10,1 iken TCMB faizi yüzde 15 idi, mevduat faizleri de ortalama yüzde 19 idi. Bilmem ki, bu oranlar, faiz ve enflasyon arasındaki ilişkiyi anlatma adına bugünlerde yaşadıklarımız açısından siyasete ve ekonomi yönetimine bir şeyler anlatıyor mu? Şahsen ben kendi adıma, vatandaş olarak “Doğru ve bilimsel ekonomik kararlar alınınca “dış güçler ve içerideki düşmanlar!” bir şey yapamamışlar demek ki” diyorum. 

Gelelim işsizlik rakamlarına. 2002-2007 dönemindeki istikrarlı büyüme ve beklentilerin iyi olması nedeniyle ülkemize ciddi miktarda ortalama (yıllık 15-20 milyar dolarlık) uzun vadeli yabancı sermaye ve yerli yatırım nedeniyle işsizlik oranları  istikrarlı bir şekilde düşmüştü. 2006-2007 döneminde yüzde 10’ların altına inen işsizlik küresel finans krizi nedeniyle maalesef tekrar çift hanelere ve yüzde 12,7’lere kadar yükseldi. Küresel finans krizin en büyük etkisi işsizlik alanında oldu.

2003-2007 arası uygulanan ekonomik programın en önemli ayağı mali disiplinin sağlanması, bütçe açığının milli gelire oranının yüzde 3,5 oranının altında tutulmasıydı. 2001-2002 kriz döneminde yüzde 10’ları aşan bütçe açığının milli gelire oranı önce yüzde 8’lere daha sonra 2005 yılıyla birlikte 2005-2007 arası yüzde 1,5’lar düzeyinde tutuldu. 2008 Finans krizinin olumsuz etkilerini azaltmak amacıyla doğru bir politika olarak ve bilinçli bir tercihle 2009 yılında bütçe harcamaları gevşetildi ve  bütçe açığı milli gelire oranı yüzde 5,5’lara çıkartıldı. “Cari açık” da beklentiler doğrultusunda 2008 ve 2009 yıllarında dış ticaret gelişmeleri ve ekonomik küçülme nedeniyle azaldı, yüzde 6’lardan yüzde 3’ler düzeyine düştü. 

Tüm bu göstergelere göre küresel ekonomik krizinin 2008-2009 döneminde ülkemizi teğet geçip geçmediği konusunda siz değerli okurlar, ne düşünürsünüz; kişisel düşünceme katılırsınız veya katılmazsınız, bilemem ama benim şahsi kanaatim, küresel ekonomik krizin ülkemizi teğet geçmediği, pek çok göstergeyi bozduğu, 2002-2007 arası istikrarlı ve dengeli bir biçimde büyüyen ülkemizin önüne çıkan yurt dışı kaynaklı talihsiz bir gelişme olduğudur. Ancak hem 2001 krizi sonrasında hazırlanan ve uygulanan programın doğru olması hem de 2003-2007 dönemindeki siyaset ve ekonomi yönetiminin hiçbir ikileme kapılmadan, hayali “dış güçler ve düşmanlar” oluşturmadan basiretli ve müdebbir bir tacir gibi gerekli önlemleri zamanında alması sonucunda küresel ekonomik kriz orta düzeyde bir hasarla atlatılmıştır. Bu noktada ekonomi ve siyaset yönetiminin en önemli çıpası, dayanağı döviz kurundaki gelişmeler (2008-2009 dönemi dolar kuru 1,5-1,55 TL. bandında hareket etmiştir) ve AB reformlarına devam ederek demokratik hukuk devleti ve anayasal bir devlet olma özelliği hedefinin net olması, diğer bir ifadeyle sabit kadem olmasıdır. Bu dönemde hep doğrular tercih edilmiştir, bilimsel olmayan siyasal tercihler doğru olarak gösterilmeye çalışılmamış, bu amaçla kutsal değerler kullanılmamıştır.  

Sevgili Dostlar;

Bugünlerde yaşadığımız finansal dalgalanmanın nereye evrileceği konusunda değerlendirmeler yapmak  belki de henüz erken olabilir.  Ancak, bilinmelidir ki; bu finansal dalgalanma kendimizin oluşturduğu siyasal bir  tercihten kaynaklanmaktadır. Bu tercih, bilimsel olmayan yanlış bir tercihtir. Çözümü de bize bağlıdır, doğrulara ve iktisat biliminin gerçeklerine dönmektir.  

Tek bir cümleyle ifade edersek; son yaşananlar hem ekonomik hem de toplumsal hayatımızdan teğet geçen bir çizgiye benzemiyor, benzemeyecek, kirişlere dalıyor, yıkıp geçiyor, sosyo-ekonomik bünyeyi sarsıyor, sarsacak.

Dileğimiz, kanserin 4’üncü evresine doğru ilerlememesi. 

Önceki ve Sonraki Yazılar