TÜRKİYE EKONOMİSİ BATAR MI?

Bir önceki yazımızda son dönemlerde Türkiye’de ekonomi yönetimini Titanik gemisinde seyahate çıkan yolculara benzetmiş ve yazıyı “Bu yeni maceracı yolculuğun sonu ne mi olur, yüksek enflasyon nedeniyle yoksullaşma olur, pek çok kişi ve şirket batabilir,  Ülke ise batmaz” diyerek bitirmiştik.

Gerçekten son birkaç yıldır ülkemizde yaşanan ekonomi politikalarında  yaşanan zikzaklar ve gel-gitler nedeniyle “Türkiye Ekonomisi Batar mı, Batarsa Ne Zaman Batar?, türü sorularla karşılaşıyorum. Bu soruların içinde bir miktar geçmişte olan bitene merak olsa da özellikle gençlerimizde bu ülkeye ait umudunu kaybetme duygularının düşünce dünyalarına yansımaları yer almakta.

Bu düşüncelere katılmamak elde değil, son 3-4 yılda hemen hemen her alanda, adaletten eğitime, sosyal hayattan ekonomiye kadar özellikle son birkaç haftada finans piyasalarında yaşananlara; faiz, kur, enflasyon sarmalında akıl dışı tartışmalara ve inatlaşmalara bakılınca Türkiye ekonomisinin çoktan batması gerektiği düşüncesi bir çoğumuzda hakim olmaya başladı, başlayacak.  

Öncelikle batmaktan ne anladığımız önemli; içinde bulunduğumuz sosyal ve ekonomik düzeyden aşağılara düşmek, yoksullaşmak durumunu anlıyorsak, evet, hepimizin kişi başına düşen geliri azalıyor, ülke olarak 2012  yılında 12.500 $ olan milli gelirimiz 8000 $’a düşmüş durumda.

Batmaktan kastımız iflas durumu ise, ülke olarak iflas etmiş, batmış değiliz. İflas veya batma durumu hem ticari hayatta hem de devletlerin borcunu ödeyememesi hali demektir. Diğer bir ifadeyle, devletlerin batması borçlarını ödeyemeyecek duruma gelmesi, bu amaçla moratoryum ilan etmesi demek.

Türkiye Hazinesi ve özel şirketleri içeriden ve dünya piyasalarından Türk lirası  veya ABD Doları cinsinden borç alabilmektedir. Hatta iç borç mekanizması yoluyla haftalık veya aylık olarak düzenli ihale yöntemiyle finans piyasalarından borçlanabilmektedir.  Yerine göre iç borç servisi veya “roll over, borç çevirme” olarak adlandırılan bu sistem, borcu borçla kapatma 1980’li yıllardan beri sürdürülmektedir. Şayet borcunu çevirememe durumu oluşursa o zaman finansal kriz çıkar. Bir örnekle anlatalım.

2001 krizi Hazine’nin iç borç çevirmede yaşadığı bir sıkıntıdan kaynaklanmıştır. 2001 krizine giden süreç şu şekilde gerçekleşmiştir. Her hafta Hazine Salı günleri iç borç ihalesine çıkmakta, Çarşamba günü miktar ve faiz oranı teklifleri alınmakta, Perşembe günleri de geri ödemeler, itfalar yapılmaktaydı. 18 Şubat Salı günü Hazine iç borç ihale ilanına çıkmıştı, 19 Şubat  günü başta Ziraat Bankası ve Halk Bankası ihaleye teklif vermekten imtina edince, daha doğrusu Çarşamba günü her iki Genel Müdür, Ulusoy ve Y. Ansen, öğleden sonra Hazine Kamu Finansmanı Genel  Müdürüne “nakit yok, ihaleye girmiyoruz” deyince aslında krizin fitili Çarşamba günü öğleden sonra ateşlenmişti ve finansal türbülans başlamıştı. 19 Şubat Çarşamba günü MGK toplantısı sonrasında rahmetli Ecevit’in “Bu bir devlet krizidir” sözüyle birlikte fitile benzin dökülmüş oldu. Çünkü devlet krizi tabiri ekonomik krizi de aşan maalesef çok talihsiz, daha üst perdeden bir açıklamaydı. Bu açıklama Hazinenin borç çevirememesi sonrasında bankalar arası işlemlerin durmasına ve TL faizlerinin binlere yükselmesine neden olmuştu. 21 Şubat günü devalüasyon yapıldı ve yeni bir kur sistemine, dalgalı kur sistemine geçiş yapıldı.

Bu bağlamda, 18 Kasım 2021 Perşembe günü TCMB politika faizi kararı sonrasında 11,30 seviyelerinde olan Dolar Kurunun 23 Kasım Salı gününden başlayarak 13,5 TL. seviyesini aşması 22 Kasım Pazartesi Kabine toplantısı sonrasında Sn. Cumhurbaşkanı’nın “Ekonomide Kurtuluş Savaşı veriyoruz” açıklaması ve akabinde 23 Kasım Salı sabahı Bahçeli’nin “Kurtuluş savaşı” ifadesini tekrarıyla doğrudan ilgilidir, 2-3 gün içinde dövizin çok hızlı yükselmesinin asıl nedenidir. Beklentimiz odur ki, devlet yetkilileri bir daha benzer şekilde devlet krizi, kurtuluş savaşı vb. tabirleri kullanmaktan kaçınırlar.  Bu vesileyle belirtmek isterim ki, 21 Şubat 2001 krizi benzeri bir türbülans ve kriz yaşanmaması tamamen dalgalı kur sistemi sayesinde olmuştur.

Unutmayalım ki, Türkiye uzun zamandır serbest piyasa ekonomisi ile yönetilen bir ülke. Türkiye’de doların değerini dalgalı serbest kur rejimi belirlemekte, gün içerisinde risklere bağlı olarak serbestçe alınıp satılmaktadır, bu da finansal bir kriz için bir nevi supap işlevini görmektedir. Dalgalı kur sisteminde doların serbest olarak çıkıp inmesi finansal bir patlamaya meydan vermemektedir. 

Şunu bilelim ki, içeride veya dışarıda piyasalardan Türkiye’nin borç alamaması, Türkiye’yi krize sokar. Böyle bir durum şu an itibariyle söz konusu değildir, Türkiye düzenli olarak dünya piyasalarından borç alabilmektedir. Bununla birlikte 2011 yılında yüzde 60’lara düşen iç borç servis oranı şimdilerde yüzde 100’leri çoktan aşmış durumda, 2022 yılı hedefi bile yüzde 120 oranında. Yani, ödeyeceğimiz 100 liralık borca karşılık 120 lira borçlanıyoruz. Ülke yöneticilerinin çok ama çok dikkatli konuşmaları daha doğrusu az konuşmaları hatta çoğu zaman susmaları gerekiyor.  

Osmanlı İmparatorluğu ilk dış borçlanmasını 1854 yılında Kırım savaşının masraflarını karşılamak için yapmıştı. 1875 yılına gelindiğinde daha önce alınan 15 ayrı dış borcun toplamda 239 milyon TL’nin bırakın anaparasını faizlerini dahi ödeyemez duruma düşünce moratoryum ilan etti, II Abdülhamit döneminde Düyunu Umumiye (Borç İdaresi) kuruldu, yıllarca adını Kapitülasyonlar olarak bildiğimiz bir sistem devam etti, Haydarpaşa Liman gelirlerimize temlik kondu, 1924 yılında Atatürk ve İnönü’nün çabalarıyla Lozan Antlaşmasıyla kaldırıldı ve nihayet ilk dış borcun üzerinden 100 yıl sonra 1954 yılında Osmanlının borçları tamamen ödendi.  Bu vesileyle bir noktayı daha belirtmek isterim, şimdilerde iç ve dış borçlarımızın anaparalarını Hazinemiz yeni borçlanmayla, faizini ise bütçeden, gelirlerimizle ödüyoruz.  Bilmem meramımı derdimizi anlatabiliyor muyum?  

Türkiye’nin ekonomik olarak batmamasının bir nedeni de, ülkemiz insanının krizlere bağışıklık kazanmasıdır diye düşünüyorum. Türk halkı her 10-15 yılda bir devalüasyonlara veya ekonomik krizlere alışmış durumdadır, bu nedenle ekonomik krizlere karşı diğer ülkelere göre daha bir hoşgörülüdür. Türkiye’de tarım sektöründe çalışma oranı yüzde 25. Bu insanlar zaten herhangi bir krizde protein miktarını azaltıp karbonhidratla beslenmeye alışıklar. Büyük şehirlerde yaşayanlarda bazı problemler yaşansa da, dayanışma kültürümüz, sabır, şükür ve kanaat duygularımız hareket geçmekte, halkın büyük protestolara  gitmesini engelleyecek veya dizginleyecek miktarda din ve milliyetçilik söylemi arşivimiz fazlasıyla var.  Bunlar, ülkenin kurulu düzeninin devam ettirebilmesinin en önemli nedenlerinden birisi.  Yoksa, bu kadar  yüksek hayat pahalılığı, günübirlik değişen ekonomik ve sosyal politikalar, açık ve gizli işsizlik gelişmiş ülkelerde olsaydı büyük protestolar, sokak eylemleri olurdu. Ama Türk insanı ister doğru deyin, isterse yanlış deyin bu zorlukları tolere edebilmekte ve hayatını idame ettirmektedir.   

Kısacası, Tükiye batmış değil, halkın sosyal dokusu bu olduğu ve Hazinemiz de borçlarını borçla çevirebildiği müddetçe batmaz, yazıyı rahmetli Ç.Altan’ın tabiriyle bitirelim “Enseyi karartmaya gerek yok”  

Önceki ve Sonraki Yazılar