Dağhan Dönmez

Dağhan Dönmez

KARANLIĞA MEKTUPLAR 3

Belki de sonbaharın en yakıştığı kenttir Prag. Kasvetli göklerinde, görünmez kuşlar dolanır. Akordeoncu kızlar sıralanır köprülerine. Vltava nehrine, neon ışıkları vurur gece yarıları. Yaprakların sarışınlığını, olmadık yeşillere, beklenmedik mavilere döndüren… Alabildiğine tarçın kokusu dağılır kente. Şarabın sıcağından, insanın soğuğundan geçilmez! Belki değil, en çok Prag’a yakışır sonbahar. Karl Köprüsü’nden bir defa geçseniz beni anlarsınız! Cafe Slavia’da bir defa otursanız… Kafka’nın, Kundera’nın, Rilke’nin yazılarını yazdığı masalardan birine kurulsanız… En çok da Nazım’ın! Şöyle söylüyordu bir şiirinde:

Külahlı kuleler Pırağ şehrinde

Ağarınca akşamın üzerinde

Düşe giren dünyalar aydınlanır

İstanbul’da bir Memet var

Altısına bastı bu yıl.”

Nazım Hikmet’in, külahlı kulelere benzettiği katedrallerin, tanrı gibi kurulduğu meydanlarda geziyorduk. Değerli dostum Şadi Yılmaz vardı yanımda. Ara sokaklara dalıyorduk, şehrin mahremine. Büyülenmiş gibiydik. Taş binalar, yazılmamış masalların dekorunu seriyordu önümüze. Ne var ki kendimizi, İstanbul’u hayal ederken bulduk ansızın, bir meyhane ararken! Süt beyazı örtüye, kadehin ters konulduğu; ahşap duvarlı bir meyhane… Duvarda, siyah beyaz fotoğraflar… İnceden bir Müzeyyen!

Şadi Bey, ezbere şiirler okuyordu Nazım’dan. Prag’ın sonbaharında, yaz gülleri açıyordu memleketin. Çünkü İstanbul’da Memet vardı. Herkesin Memet’i başkaydı!

Vatan kelimesi, ilk kez Namık Kemal’in şiirleriyle girer toplumsal belleğimize. Türk yoktur ki, vatanı olsun. Kemal Tahir, “Esir Şehrin İnsanları”nda canlandırır böyle bir sahneyi. Asker ağa, Kuvay-ı Milliye’ye destek vermeyen köylüye “Sen Türk değil misin?” diye sorar. Köylü, “Onlar burada bulunmaz, Haymana’da otururlar,” der. Vatan kelimesini duyunca, köyü, sevdiği, tarlası gelirdi aklına insanımızın. Namık Kemal’in sözleri, bu çağrışımı yapardı. Peki sizce, şimdi hangi çağrışımı yapıyor?

Beyin göçünün belki de hiç olmadığı kadar arttığı bir dönemden geçiyoruz. Üstelik bu durum, yetişmiş üst orta sınıfla da sınırlı kalmıyor. Yeni mezun, orta sınıfa mensup gençlerimiz de ülkeden gitmenin yollarını arıyor. Elbette, onları haklı çıkaran bir yığın neden var.

Gelgelelim vatan, tüm hamasetinden soyundurularak; saf haliyle ele alındığında, bizi biz yapan anılardır. Çağrışımlar! Sevgilinin elini ilk tuttuğumuz yerdir vatan, şarkı söyleyerek geçtiğimiz sokaklar, en sevdiğimiz tatlı, martıya attığımız simit… Stad önlerindeki umutlu bekleyiş, kahvehanelerdeki zar sesi, Sait Faik’in hikâyeleri… Samatya’da deniz kokusudur, Anadolu’da çam! Kuzinede yarılan kestanedir vatan! Ailece bir diziye bakmak… Çekirdek kabuklarını, tabağa doldurmak…

Gençlerimiz haklı bir gelecek kaygısıyla, uçuyor yuvadan. Uçuruluyor en doğru tabirle! Ne eğitimde, ne kalkınmada adam akıllı bir devlet politikası üretilemiyor. Gelecek için gidiyorlar amenna! Peki ama ya geçmiş? Bırakıyor mu bizi, gittiğimiz yerde? Belki de kalıp, geleceği birlikte inşa etmek gerekiyor. Ne demişti Calvino? Geçmiş, durağan değildir. Zamanla birlikte o da değişir. Geçmişte de bir gelecek vardır.

Elbette bu yazı, Kavafis’in o şiiriyle bitecek, söz huzura erecek…

Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. / Bu şehir arkandan gelecektir. / Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın, aynı mahallede kocayacaksın; aynı evlerde kır düşecek saçlarına. / Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. / Başka bir şey umma, ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, öyle tükettin demektir yeryüzünü de.” (Çeviren: Cevat Çapan)

mum: Değerli dostum, Şenol Çarık’ın “Cumhuriyet’in Ekonomi Politiği” isimli kitabı Tarihçi Kitabevi Yayınlarından çıktı. Müthiş bir çalışmanın ürünü olan bu kitabı, herkese tavsiye ederim.

Önceki ve Sonraki Yazılar