
Faruk Bildirici
Bilirkişiyi haber yapmak niye suç olsun?
Soruşturma tehdidi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu daha kürsüden inmeden önce gelince, gazetecilerin de tedirgin olması doğaldı. Cumhuriyet Başsavcılığı açıklamasında, İmamoğlu’na soruşturma açıldığı duyuruluyor; ardından “Ayrıca yazılı ve görsel medyada bu yönde söylemlerde bulunanlar için gerekli tespitin yapılarak soruşturma başlatılması için İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne talimat verilmiştir” deniyordu. Durum böyle olunca bilirkişinin adının yazılıp yazılamayacağı ikilemi doğdu.
Akşam, Cumhuriyet, Hürriyet, Korkusuz, Posta, Sabah ve Yeniçağ gibi gazeteler bilirkişinin adını yazmadılar. Gazete Pencere, “Satılmış B.”, BirGün ve Sözcü “S. Bey”, Karar ve Yeni Akit ise “S.B.” diye kodlayarak verdi.
Ama Evrensel, Milliyet, Nefes, Türkiye ve Yeni Şafak açık açık isim yazdı. Türkiye, “Bilirkişiyi hedef gösterdi” ve Yeni Şafak da “Savcıdan sonra bilirkişiye tehdit” başlıkları altında Satılmış Büyükcanayakın’ın İmamoğlu’nun suçlamalarına karşı sözlerini de aktardılar.
İktidar medyası ismini yazdı
İnternette ise ANKA, Artı Gerçek, Bianet, BirGün, Cumhuriyet, Diken, Evrensel, Euronews, Elips Haber, Haber Aktif, Gazete Duvar, Medyascope, Medyaradar, Nefes, Sol Haber, Sözcü, T24, VOA Türkçe, 24 Saat, Yeniçağ, Yeni Şafak’ın da aralarında olduğu onlarca haber sitesi ile Sabah’tan Mahmut Övür bilirkişinin adını açıkça yazdı. Bazı siteler sonradan ismi silerken, BBC Türkçe, Gazete Oksijen, Gazete Pencere, Odatv ismi kodladı; Gerçek Gündem ve Türkiye ise hiç vermedi. 12Punto önce ismi açık olarak yazdı, sonra altına “Editör notu: Son dönemde medyaya yargı yoluyla artan baskılar nedeniyle İBB Başkanı İmamoğlu’nun kamuoyuna açık düzenlediği basın toplantısında işaret ettiği bilirkişinin adı S.B. olarak değiştirilmiştir” notu koydu.
Oysa burada İmamoğlu gibi siyaset sahnesinde ağırlığı olan bir siyasi figürün basın toplantısındaki sözleri aktarılıyor. Suçlamalar ile araya mesafe konulması ve haberlerde yargılayan bir dil kullanılmaması kaydıyla bilirkişinin adının kullanılmasında bir sakınca olamaz. Ancak bilirkişinin suçlanması, hedef gösterilmesi ya da zor durumda bırakılması gibi bir tehlike olsa isminin yazılmaması gazetecilik etik ilkeleri açısından daha doğru olurdu.
Bilirkişiler yargı mensubu değildir
Unutmayalım, bilirkişiler yargı görevi yerine getirmezler, mahkemelerde görüşüne başvurulan uzman kişilerdir. Bilirkişiler ve hazırladıkları raporları eleştiriden muaf tutulamazlar. Eleştirmek de hedef göstermek anlamına gelmez.
Özel bir gizlilik kararı yoksa yargılamalar gibi bilirkişi raporları da alenidir. O yüzden bilirkişi raporları yazılırken bilirkişilerin isimlerine de haberlerde yer verilir.
İmamoğlu’nun basın toplantısı haberinde de -belirttiğim çerçevede olmak kaydıyla- bilirkişi Satılmış Büyükcanayakın’ın adı verilmeliydi; haber eksik bırakılmamalıydı. Savcılığın tehdidinin otosansüre dönüşmesine izin verilmemeliydi.
Öyle ya, iktidar yanlısı Yeni Şafak’ın, bilirkişinin adını ve sözlerini yayımlaması habercilik ise muhalif ve eleştirel medya yayımlayınca da suç olamaz.
Fatih Portakal’ın yanlışları
Daha İmamoğlu’nun basın toplantısı sırasında medyaya soruşturma açılması talimatı veren Savcılık, her zamanki gibi muhalif medyaya yöneldi. Olayın en üzücü tarafı da Barış Pehlivan, Serhan Asker ve Seda Selek’in gözaltına alındığı akşam bu sarsıcı gelişmenin değil de Fatih Portakal’ın Sözcü TV’deki sözlerinin zihnimizi meşgul etmesi; tepkilerin yolunu şaşırtması ve sosyal medyayı kaplamasıydı.
Ben de sessiz kalamadım o akşam. “Gazetecilik saldırı altında iken biz gazetecilere düşen de arkadaşlarımızı savunmaktır; yanlarında olmaktır” paylaşımıyla dayanışmayı anımsatmaya çalıştım. Öncelikli görevimiz gözaltına alınan meslektaşlarımıza destek olmak, dayanışmak ve hukuksuzluğa karşı çıkmaktı. Fatih Portakal ise sahiplenmek, destek olmak ve dayanışmak yerine eleştiriyi öne çıkardı, hem de yanlış üslup ve yanlış zamanlamayla.
“…Halk TV’ye çıkmak, yayınlanmasını istemiyorum” diyen bir kişinin konuşmasını yayımlamanın yanlış olduğu sözleri de doğru değildi. Ben de dinledim Barış Pehlivan’ın bilirkişi Satılmış Büyükcanayakın ile konuşmasını. Barış Pehlivan, Halk TV’de canlı yayına çağırıyor, Büyükcanayakın onu kabul etmiyordu. Yayınlanmasını istememek gibi bir sözü yoktu. Konuşmayı kesip, görüşmeyi anında sonlandırmıyordu da…
Habercilikle ilgili bu tartışma o akşamın konusu olmamalıydı. Zira bizler Fatih Portakal’ın sözlerini konuşup tartışırken öbür yanda ifadeye çağırmak yerine akşamdan gözaltına alınıp, sabaha kadar emniyette bekletilen Barış Pehlivan, Serhan Asker ve Seda Selek’e peşinen ceza veriliyordu.
Gazetecilik faaliyetiydi
“Suç” olarak görülen de gazetecilik faaliyetiydi. Barış Pehlivan, İmamoğlu gibi önemli bir siyasi aktörün suçlamalar yönelttiği bilirkişiyi arayıp yanıtını sormuştu; sonra da o konuşma yayımlanmıştı. Bundan âlâ gazetecilik faaliyeti mi olur?
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’a sorulduğunda, “Gazetecilik faaliyeti ile kimse gözaltına alınmaz” demiş. Bu tümden geçersiz bir ifade. Ülkemizde gazetecilerin bırakın mesleki faaliyetlerden gözaltına alınmayı, hapse atıldıklarını da görüyoruz.
Bakan Tunç, “Bir kişiyle görüşme yaptığınızda o görüşmeyi karşı tarafın rızası olmadan yayınlarsanız TCK bunu suç olarak tanımlamıştır” diye de eklemiş. Bilirkişi ile telefonla görüşmeyi yayımlamak değil ama Bakan Tunç bu sözleriyle Hâkim ve Savcılar Kurulu Başkanı olarak yargıya müdahale etmiş oldu.
Aynı şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Hukukun dışında oluşturulan ayrıcalıklı alanda siyaset yapmak, gazetecilik yapmak, bu alanda istedikleri gibi at oynatmak istiyorlar” sözleriyle yargı sürecine en üst kademeden müdahale etti. Sonra da konuşuyorlar, yargı bağımsızmış da filan…
Kuşkusuz bu olaydan bağımsız ve eleştirel gazetecilik adına ders de çıkarmak gerek. Savcılık ifadelerinden anlaşıldığına göre, Barış Pehlivan bilirkişi ile konuşuyor; hoparlör açık olduğu için yanındaki Program Müdürü Kürşad Oğuz kaydedip, Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş’a gönderiyor. Sonrasını Toktaş, “Barış’a ‘İzin var mı dava açar mı’ diye sordum. 38 yıllık gazeteciyim, 56 yaşındayım, yaptığım işin sorumluluğunu taşırım. Barış bana ‘Ağabey biz gazeteciyiz’ cevabını verince bunun izin dahilinde olduğunu düşündüm” diye anlatıyor ifadesinde.
Metin olarak yayımlanabilirdi
Belli ki, birkaç dakika içinde verilen hızlı bir yayın kararı söz konusu. Yayımlanan ses kaydında Barış Pehlivan, bilirkişiye kendisini tanıtıyor ama sesini kaydettiğini söylemiyor, kayıt için izin almıyor. İzinsiz olduğu için de ses kaydının yayımlanması gazetecilik meslek etiği açısından sorunlu.
Nitekim Türkiye Gazetecilik Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde “Sahibinin izni dışında belge, fotoğraf, ses veya görüntü, ancak doğrudan kamu yararı bulunması ve başka şekilde elde edilmeyeceğine kesin kanaat getirilmesi halinde alınabilir” deniliyor. Evrensel gazetecilik ilkesi böyle.
Kuşkusuz bilirkişinin sözlerinde kamu yararı, dolayısıyla haber değeri vardı. Metin olarak yayımlanmasında engel de yoktu, öyle yayımlanabilirdi. Zaten bilirkişi Satılmış Büyükcanayakın, ses kaydını bilmese de gazeteciyle konuştuğunun farkında, soruları ona göre yanıtlıyor.
Kaldı ki, ses kaydının yayımlanmasında metin olarak yayımlanmasından daha üstün bir kamu yararı yoktu. Hatta haber olarak yayımlansa bilirkişinin nerede oturduğu gibi gereksiz ayrıntılar duyurulmamış, toplum yeterli biçimde bilgilendirilmiş olurdu.
Gazetecilik refleksi
Tabii Halk TV’nin ses kaydıyla ilgili yayınında bilirkişiyi hedef gösteren, habercilik dışına çıkıp da yargısal süreci etkilemeye çalışan en ufak bir ifade olmadığını da vurgulamalıyım. Ses kaydı olduğu gibi aktarıldı o kadar. Barış Pehlivan’ın soruları da gazetecilik sorularıydı…
Etik sorunların karşılığı da asla bir gözaltı ve ardından tutuklama olmamalıydı. Dayanışma gösteren Hande Fırat’ın da vurguladığı gibi, Suat Toktaş tutuksuz da yargılanabilirdi. Tutuklayarak cezaevine konulması saatler süren gözaltılar gibi peşin cezalandırma oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri, Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal’ın “Başıbozukluk derecesinde özgür medya” yazısı ile iktidarın bilumum sözcülerinin konuşmaları da muhalif medyaya karşı yürütülen toplu saldırının dışavurumu…
Nihayetinde Suat Toktaş, bir gazeteci olarak refleks göstermekle kalmamış, yayımlanan haberle ilgili bütün sorumluluğu üzerine alma basiretini göstermiş. Biz gazetecilere de ona sahip çıkmak, dayanışma göstermek düşer. Bizim meslektaş olarak yükümlülüğümüz budur.
Yeni Akit’te “Gazetecilik değil etki ajanlığı”, Akşam’da “Skandal yayın” yazan iktidarın “ayrıcalıklı gazetecileri”ni de kendi ahlaki değerleriyle baş başa bırakalım… Ne de olsa saraylarda, özel uçaklarda gezinmek onlara, cezaevi yolları bağımsız, eleştirel gazetecilere…