İbrahim Aktaş

İbrahim Aktaş

Zor Hesap

Uzak diyarlarda bir ülke ve bu ülkenin de; merhametli, vicdanlı, sevgi dolu, yardımsever, adil, hak yemez, ülkesine ve halkına inanılmaz derecede bağlı, ülkesini de mükemmel bir anlayışla yöneten bir padişahı varmış. Ve her hikâyede olur ya, iyinin yanında bir de kötü; bu şirin mi şirin padişahın, bir de oğlu varmış. Ancak babası gibi iyi değil, tam aksine kötü kalpli ve hırs dolu biriymiş. Saray dışındaki halktan nefret eder, babasının ölmesini ve tahta kendinin oturacağı günü sabırsızlıkla beklermiş. Bu denli kötü ve kindar olmasına karşın, enteresan bir şekilde dini hurafe ve/veya anlatılara düşkünlüğü varmış ki, saraydakiler bile bu haline şaşarlarmış onun…

Günler sonra, padişah hastalanarak hayata gözlerini yumuvermiş. Kötü kalpli şehzade, babası için döktüğü birkaç kuru gözyaşının ardından, derhal haber salmış tellallar ile tüm ülkeye; “her kim ki, ölmüş babam ile beraber kabre girer ve geceyi onunla toprak altında geçirirse; onu altına boğacağım. Tek şartım, o gece olanları, sabah bana ayrıntılarıyla anlatması...” 

zh1.jpg

Cenaze töreninin ardından padişahın bedeni; köylüler arasından gelen ve tek işi de, sahip olduğu tek varlığı olan eşeği ile dağdan, bayırdan odun kesip satarak hayatını geçindirmek olan orta yaşlı biriyle kabre gömülmüş. Ahali dağılmış ve kötü kalpli evlat da, sabahı zor etmiş; mezardan gelecek haberin heyecanıyla…

Sabah, askerler hemen mezardan köylüyü çıkarmışlar huzura getirmek için… Çıkarmışlar çıkarmasına da, bizim köylünün rengi renk değil! Ayakta bile duramıyor, zangır zangır titriyor! Kendisini mezardan çıkaran askerlere fırçayı da basıvermiş “nerede kaldınız kaç gündür” diye...

Tahtının etrafında, heyecanlı bekleyişi dolayısıyla deliler gibi dolanan yeni padişahın huzuruna çıkarmışlar köylüyü ve elbet ki, genç padişah bir hışımla sormuş; “Ne oldu bütün gece? Sorgu melekleri geldi mi? Ne sordular babama? Babam ne cevap verdi? Her şeyi ama her şeyi ayrıntısıyla istiyorum, anlat”.

zh2.jpg

Korkusundan altına kaçırmış olan ve savaştan çıkmışçasına harap ve bitap haldeki köylü, kollarını tutan askerlerin ellerinden kurtulup, dizlerinin üzerine düşüvermiş. Ve başlatmış anlatmaya; “aman” demiş köylü, “tövbe et padişahım. Sen kim, ben kim, onlar kim? Bir gece dedin, unuttun beni toprağın altında… Kaç gecedir babanızı bıraktılar, beni sorguladılar. Ve ben şu hayatta sahip olduğum tek şey olan, eşeğimin hesabını veremedim. Sen bırak babanı ve onun hesabını da, bu koca ülkenin hesabını nasıl vereceksin yaşamının sonunda, otur da onu düşün!”

Yukarıda yazdığım hikâyenin farklı versiyonlarını okumuş ya da farklı anlatılardan dinlemiş olabilirsiniz. Benim de usuma, geçen gün, ülkemiz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “1.85 boyundayım. Dolayısıyla mezarım biraz daha büyük olacak. Diğerleri düşünsün.” sözünü haber kanallarından öğrenince geldi bu anlatı... Hem twitter, facebook gibi sosyal medya hesaplarından, hem de diğer internet haber portallarındaki paylaşımlardan bahis vuruyorum.

Evet, ölüm hak ve her canlı bir gün ölümü tadacak! Ve elbet ki, vakti geldiğinde Sayın Cumhurbaşkanı da bunu yaşayacak! Ancak büyük mezar da neyin nesi? Bakınız; rahmetli Ruhi Su nasıl yazmış;

“…
Mezarımı derinde kazın, dar olsun 
Altı lale, üstü de sümbül bağ olsun 
Ben ölürsem sevdiceğim sağ olsun.”  

Ve birçok paylaşımda bulunup, yorum yapanın aksine ben ise, vadesi gelmeden kimsenin bu dünyadan göçmemesini diliyorum. Ve hatta vadesinin ötesinde, bu dünyadaki yaşamının, yaşamı içerisindeki hesap verilesi yaşadıklarının ve yaşattıklarının hesabını vermeden, kimsenin bu dünyayı terk-i diyar etmemesini diliyorum.

Çok güzel bir atasözümüz var bizim; “Gelin ata binmiş, ya nasip demiş!”

Yaşam için de, ölüm için de, ya nasip diyeceğim ve ekleyeceğim;

Tanrım, hesabını veremeyeceğim hiçbir şeyi yaşatma bana…

Önceki ve Sonraki Yazılar