Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu

HARİRİ:”COVİD’DEN DİSTOPİK OTORİTER TOPLUMA DOĞRU”

Bir kaç gün önce Alman yayın kuruluşu Deutsche Welle’de çarpıcı bir söyleşi yayınlandı. Konuşan, verdiği her demeç, söylediği her söz ciddi yankılar uyandıran İsrailli tarih profesörü Yuval Noah Hariri’ydi Hariri esas olarak, dünyaya ve insanlığa musallat olan Covid-19 belasının ileride yol açacağı tahribat üstüne öngörülerde bulunuyordu.

Sapiens: A Brief History of Humankind, Homo Deus: A Brief History of Tomorrow gibi dünya çapında çok okunan kitapların da yazarı olan Hariri, kendisiyle yapılan söyleşide şunları söylüyor:

“En büyük tehlike bana göre bu virüs değl. Çünkü insanoğlu bu virüsün üstesinden gelmek için yeterli bilimsel alt yapıya ve teknolojiye sahip. Esas en büyük sorunumuz tabiatımızda bulunan nefret, cehalet ve açgözlülük .” Hariri bunları söylerken yerden göğe kadar haklı. Yüzyıllardan beri kendi çıkarlarımız uğruna doğayı, atmosferi berbat etmek için elimizden geleni ardımıza koymadık.

Kurucusu olduğu Sapienship adlı örgüt vasıtasıyle Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) bir milyon dolarlık bağış yapan Hariri söyleşide şu ifadelerle devam ediyor:

“İnsanlar ne yazık ki bu küresel krize dayanışmayla değil, öbür ülkeleri, dini ve etnik azınlıkları suçlayıp nefret dili kullanarak karşılık veriyor. Nefret yerine şefkat ve cömertlikle yardıma muhtaçlara , küresel dayanışma ruhuyla yardım edebileceğimizi umuyorum.

“Ayrıca, komplo teorileri ve gerçek arasındaki farkı ayırt edebilmeliyiz. Bunu yaparsak bu krizi kolaylıkla atlatabileceğimizden kuşkum yok.”

Hariri buradan yola çıkarak siyasetçilerin davranışlarıyla ilgili de şu yorumu yapıyor:

“Şu anda seçimler olmasa bile siyasetçiler hala toplumsal baskılara karşı duyarlı. Halk arasındaki salgın korkusu, aynı halkın güçlü bir liderin yönetime geçmesini istemesi sonucu bir diktatörün bu durumdan yararlanarak gücü eline alması oldukça kolay (Allah Allah, bu gibi olaylar bir yerlerde olmaya yüz tutmuyor mu). Ancak siyasetçiler fazla ileri gittikleri zaman güçlü toplumsal tepkilerle karşılaşırlarsa tehlikeli gelişmelerin yaşanmasına da engel olunabilir.”

Hariri söyleşinin bir bölümünde de şu çarpıcı görüşlere yer veriyor:

“Son yıllarda bir çok popülist politikacı bilime saldırıda bulunuyor. Bilim insanlarının halktan kopuk elit bir grup ya da küresel iklim değişikliğinin yalan olduğunu iddia ediyorlar. Onlara inanmayın. Kriz zamanlarında bilime ne kadar muhtaç olduğumuzu görüyoruz. Sadece kriz süresince değil, kriz bittiğinde de bu gerçeği hatırlayacağımızı umuyorum. “

Covid-19’la mücadele için yeni yeni geliştirilmeye başlanan gözetim sistemlerinin yol açabileceği tehlikelere de Hariri şu sözlerle dikkat çekiyor:

“Bu sistemler aracılığıyla insanlar hakkında şimdiye kadar görülmemiş derecede çok fazla bilgi kaydedilebilir. Böylece de daha önce hiç yaşanmamış şiddette totaliter rejimler ortaya çıkabilir (George Orwell’in 1984’ünden mi söz ediyor yoksa). Ne okuduğumu ya da televizyonda ne izlediğimi biliyorsanız bunlar size sanatsal zevklerim hatta politik görüşlerim konusunda fikir verebilir. Ama bunlar hala kısıtlı bilgilerdir. Bir de bunların üstüne tansiyonumun kaç olduğunu, vücut sıcaklığımı ya da ateşimi, kalp atışlarımı öğrendiğinizi düşünün . Artık saniyesi saniyesine neler hissettiğimi ölçebilirsiniz. Böyle bir bilgi terakümü de distopik totaliter rejimlerin yaratılmasını kolaylıkla sağlar”

Hariri bu noktada meselenin can damarını yakalamış görünüyor. Covid-19’la mücadele edelim, bireylerin bütün fizyolojik hatta ruhsal yapılarını denetimde tutalım derken Ağabey’in Bizi Gözetlemesi’ne çanak tutmayalım, olur mu?

Önceki ve Sonraki Yazılar