Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu

KUDÜS EY KUDÜS!

Bugünlerde Aya Sofya’nın camiye dönüştürülmesi tartışmaları almış başını giderken bu meseleye dalsam mı diye düşündüm. Sonra vaz geçtim. Neme lazım! Bunun yerine başka bir konuya atlamak daha doğru olacak, diye düşünürken üç yıl önce yazdığım bir Kudüs yazısını hatırladım. Bellekleri tazelemek bakımından yararlı olur diye düşündüm. Dikkatlerinize sunulur.

Yazımın başlığı 1972 yılında yayımlanan bir kitabın isminden alıntı. Larry Collins ve Dominique Lapierre imzalı kitap rahmetli ağabeyim Aydın Emeç’in çevirisiyle E Yayınları’ndan çıkmıştı. İsminden de anlaşılacağı gibi Kudüs tarihini anlatan bir kitaptı.

Bu kitabın şimdi neden aklıma geldiğini sorabilirsiniz. Hemen söyleyeyim. 2017’nin son günlerinde aklına eseni yapmakla ünlü ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail’in başkenti olarak Kudüs’ü tanıyıp burada ABD Büyükelçiliği açma kararı vermesiyle ortalığın iyice karışması. Trump’ın hangi hukuki dayanakla bu kararı aldığı ise çok tartışmalı. Zaten BM Güvenlik Konseyi de hızla toplanıp kararı batıl saydı. Bu arada Türkiye’nin Doğu Kudüs’te büyükelçilik açması da Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından gündeme getirildi.

Bütün bunlar olurken Ankara’da da bır grup akil adam toplanarak Kudüs sorununu masaya yatırdı. Kim mi bu akil adamlar? Ertuğrul Mat, Prof.Ali Bozer,Vehbi Dinçerler,Prof Mithat Melen. Büyükelçi Yaşar Yakış ve Hüsnü Doğan isimli kıdemli siyasetçiler. Toplantı sonunda da büyükelçi Yakış bir Kudüs belgesi hazırladı. Bu yazıda bu belgeden alıntılar yapmak istiyorum. “Türkiye’nin Doğu Kudüs’te büyükelçilik açması” başlıklı belgeyi Kudüs’ün hukuksal statüsüyle ilgili aydınlatıcı bilgiler içermesi nedeniyle ilgiyle okuyacağınızı sanıyorum.

“BMGenel Kurulu 29 Kasım 1947’de aldığı 181 sayılı kararla Filistin’i ikiye bölerek bir İsrail bir de Arap devleti kurulmasını kararlaştırdı. Üçte iki çoğunlukla alınmış olmasına rağmen bir BM Güvenlik Konseyi kararı olmadığı için bağlayıcılığı bulunmuyordu.

“Kudüs şehrinde üç semavi dinin kutsal yerleri bulunduğu için bu şehrin her iki devletten ayrı bir kimliği olması görüşü ağır bastı ve Kudüs bir corpus separatum (ayrı bir varlık) olarak kuruldu. Sınırları belirtildi. Bu sınırlar içinde yaşayanlar ne İsrail ne de Filistin vatandaşı olacaktı. Onlar ayrı bir varlık olan Kudüs vatandaşı olacaklar ancak dileyen İsrail ya da Arap (Filistin) vatandaşlığını seçebilecekti. “

Derken 1948’de Arap-İsrail savaşı patlak verdi. Savaş Kudüs’ün ayrı varlık statüsünün uygulanmasını zorlaştırdığı için BM Genel Kurulu bir Uzlaşma Komisyonu kurulması kararı aldı. Komisyon 1949’da Kudüs’ün Doğu ve Batı Kudüs olarak ikiye bölünmesini önerdi. Doğu ve Batı Kudüs’te yaşayanlar dilerlerse İsrail, dilerlerse Filistin vatandaşlığına geçebileceklerdi. Bu öneri Kudüs’ün ayrı varlık statüsünün sulandırılmasının ilk adımıydı. Komisyonun önerileri arasında Kudüs’ün bir koridorla İsrail’e bağlanması da vardı. Sonuçta öneriler BM Genel Kurulu’nda reddedildi. Belgeyi okumaya devam edelim:

“1967’deki altı günlük savaşta İsrail Şeria Nehri’nin batı yakasındaki tüm Filistin topraklarını ve Doğu Kudüs’ü işgal etti. 1980’de de Anayasasında yaptığı bir değişiklikle Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etti. BM Güvenlik Konseyi ise İsrail’in bu girişimini reddeden ve geçersiz sayan bir karar aldı. Kararda Kudüs’te büyükelçlik kurmuş devletler bu temsilciliklerini Tel Aviv’e taşımaya davet ediliyordu. Karar ABD için de bağlayıcıdır.

“Gerek Doğu gerekse Batı Kudüs’te pek çok ülkenin konsoloslukları bulunmaktadır. Bu konsolosluklar idari olarak Tel Aviv’deki büyükelçiliklerine değ,l doğrudan kendi başkentlerine bağlı olarak çalışmaktadırlar. Bu statü BM’nin ayrı varlık kararını henüz resmen ilga etmemiş olmasının bir sonucudur.

“17 Aralık 2017’de Cumhurbaşkanımız (Erdoğan) Doğu Kudüs’te büyükeliçik açabileceğimizi söylemiştir. Türkiye’nin Doğu Kudüs’te bir başkonsolosluğu vardır ve orada büyükelçilik yapmış bir memur çalışmaktadır. Büyükelçilik açılması ciddiyet kazandığı takdirde şu hususlar gündeme gelecektir:

“Doğu kudüs İsrail işgali altında bir topraktır. İsrail, Filistin devletini tanımadığına göre kendi işgali altında bulunan topraklarda tanımadığı bir ülkeye akredite bir büyükelçiliğin faaliyetine izin verecek midir? Sınır kapıları İsrail makamlarının kontrolunda olduğuna göre bu makamlar tanımadıkları bir ülke nezdinde büyükelçi olarak atanmış bir yabancı ülke görevlisinin kendi ülkelerine girmesine izin verecekler midir? Bu yol açıldığı takdirde Türkiye dışındaki ülkelerin de aynı yolu kullanmak isteyeceklerini göz önünde bulunduracak İsrail böyle bir kapıyı açmaya razı olur mu?”

Yani özetlemek gerekirse önü arkası düşünülmeden söylenen sözler, alınan kararlar sonunda çok büyük sorunları beraberinde de getirir. Diplomasi bilmeyenlerin bu işleri meslekleri diplomatlık olanlara bırakmaları herhalde en yerinde karar olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar