Yıldız Aktaş

Yıldız Aktaş

TÜRK ŞİİRİNİN SOYLU DELİKANLISI; ATTİLA İLHAN

Ataol Behramoğlu, “İyi şairler, büyük şairler, mucize şairler vardır. Yirminci yüzyıl Türk şiirinin mucize şairleri, bence, Nâzım Hikmet, Orhan Veli, Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Attila İlhan’dır “der. 

O romancı, gazeteci, senaryo yazarı, denemeci ama çoğumuz için önce şairdir. 

İzmir bu mucize şairimize dönem dönem ev sahipliği yapmış, İlhan’ın ardında bıraktığı izler, eserler, dostlar, sevdalar onu İzmir de hep canlı tutmuştur.

Türk yazın ve düşün yaşamının devlerinden biriydi ve İzmir semalarında parlayan en göz kamaştırıcı yıldızdı.

Yarattığı her şiir, her roman içimize işledi, kendimizden, yaşadığımız toplumdan parçalar bulduk, şiirlerinde kaybolduk, hüznü, yalnızlığı, sevdayı yeniden keşfettik dizelerinde.

Adını mıh gibi aklımızda tuttuğumuz, mutlaka en az bir şiirini biliyor olduğumuz, sevgiliye fısıldadığımız, Türk şiirine gökten zembille inen şair, iflah olmaz bir romantikti; Attila İlhan

Yaşadığı çağı anlamaya, anlamlandırmaya ve düşüncelerini ifade etmeye çalışan, en çok da bir deniz feneri gibi insanları aydınlatmayı seçmiş bir düşünürdü. 

Attila İlhan’ı anlatmak çokta kolay sayılmaz, çünkü O disiplinli, tertipli ve planlı çalışan, hemen hemen sanatın birçok alanında etkin ve üretici bir kişilikti.

1973 yılında TRT röportajında “Dünyadaki maceram bir kaç büyük karpuzla başladı. Hiç değilse bunu ben böyle hatırlıyorum. Kapı açıldı içeriye cilalı yeşil kocaman kocaman karpuzlar girdi. Boyları da neredeyse benim kadardılar. Dünyadaki hatırladığım ilk anım budur “ diyerek yaşamından hatırladığı ilk anısını anlatıyor ve annesinden bu anısının iki yaşına ait olduğunu öğreniyor sonra.

Hayat, iki yaşında kocaman yeşil cilalı bir karpuzken, lise de sevdiği kıza mektubunda Nazım şiiri yazdığı için, tutuklanmasına sebep olacak kadar ilkel ve zalimdi. O günleri de şu sözlerle anlatır Attila İlhan.

 “Lise birinci sınıftayım bir kıza gönderdiğim mektuba Nazım Hikmet şiiri yazdığım için, Fransızca dersindeydim, polisler gelip cezaevine götürdüler. Bu benim için çok büyük bir yıkıntı olmuştu ama daha kötüsü beni bekliyordu, babamın avukat arkadaşları beni kurtarmak için bir yol bulmuşlardı Manisa Ruh ve Sinir Hastanesinde müşahede altına alınmam orada yaşadığım üç hafta başka bir yıkımdı benim için”  

İlk şiiri ‘Balıkçı Türküsü’ 1941 yılında Yeni Edebiyat Dergisinde yayınlanır. “İlk şiirimin yayınlandığı 1941 sonbaharında çok heyecanlandım ve o gün yazar olmaya karar verdim ve sonra da verdiğim kararı yerine getirmeye çalıştım” diyor.

İzmir, Attila İlhan’ın belleğinde tramvayların, sinemaların, sahil gazinolarının, vapurun, imbatın, insanın, hürriyetin adı olarak yerleşir. Paris-İstanbul -İzmir üçgeninde kurulan bir rotada hayatının en unutulmaz anıları biriktirir. 

Hürriyeti iliklerine kadar hissettiği bu kentte, düzen ve disiplin içinde sürdürür yaşamını. İlhan’ı tanıyanlar onunla ilgili aşağı yukarı aynı özelliklerini sıralar; 

“Düzenli, dakik, disiplinli ve prensip sahibi.” 

İki şeye çok kızdığı söyleniyor, biri adının yanlış yazılması diğeri şiirlerinin yanlış ve kötü okunması. 

Her sabah 09.15 vapurunda Karşıyaka’dan Pasaport’a Edebiyatın Kaptanıyla yolculuk edilir. Elinde kahverengi deri çantası, kolunda şemsiye, başında kasketi, aklında kim bilir hangi şiirinin dizeleri… 

“İzmir’deysem eğer ya bürümcük bir karabiber

ya dikenli bir palmiye ağustos delisi

ayışığında ya da bir turunç ağacı

yıldız serpintileriyle sırılsıklam”

Eleştiriler, incelemeler, çeviriler, romanlar, oyunlar, şiirler derken  göz açıp kapayıncaya kadar akıp gider koca bir hayat.

“An gelir Attila İlhan ölür” demişti ya hani şiirinin son dizesinde…

10 Ekim 2005 tarihinde hayata gözlerini yumar.

O, sanata, insana, cumhuriyete, özgürlüğe, hürriyete sevdalı bir kalemşördü.

O, memleketin ahvalinin en çalkantılı dönemlerinde bile hürriyet tutkusuna sarılıp, inandıklarını söylemekten hiç çekinmeden geçti gitti bu dünyadan. 

Ve hayatı boyunca Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aydınlanma ülküsünün ışığında yürüdü.

Önceki ve Sonraki Yazılar