ONSEKİZ YILDIR HER ŞEYİ “YENİLEDİĞİNİZİ” UNUTMASANIZ…

Yapmasanız bunu, yaşananları yaşanmıyor gibi anlatmasanız, insanın gördüğü ile oynamasanız, acıları yadsımasanız olmanız mı?

Kürsüden, önünüzde ilik vuranların karşısında, her dediğinize baş eğdirdiklerinizin yaşam standardı üzerinden, tüm yurda bakmasanız,

Herkesin sırtı sert, herkesin sabahları gün ışığı gibi parlak demeseniz,

Soğuk kış günlerinde, buz kesen odalarda ısınaklarını kullanamayanların yaşadıklarını yok saymasanız,

İşyerleri kapananı, işten çıkarılanı, iş bulamayanı, doyumsuz kalanı, üstüne örtecek yorganı olmayanı, aç-açıkta olanı bir bilseniz…

Onsekiz yıldır bu ülkenin her şeyini “yenilediğinizi” unutmasanız olmaz mı?

***

Duyduklarımı, anlatılanları değil gördüklerimi yazıyorum…

Yaşamın “katran karası”, günlerin “karabasan”, sokağın “perişan” olduğunu biliyorum!

Araçlarınızdan, dolmuşlardan arada-bir inip yürüdüğünüzde öyle çok “ezikliğe” tanık oluyorsunuz ki; 

Çöp variline, ya da ağaca çarpan yaya, bir başka yayayla çarpışmış gibi “özür” dilemeyi deniyor; içinde bulunduğu “iç çekişmeyi”, sorunları, düşleri, kaçışları bir yana kaydırarak!

Adana’da çiseleyen kış yağmurunun altında ıslandığından, saç diplerine dek ıslandığından uzak!

*** 

Atatürk Parkı, genelde uğrak yerim…

Kırkbeş-ellilerinde olduğunu düşündüğüm, ancak otuzyedi yaşında olduğunu öğrendiğim biri oturdu yanıma, “Das Kapital Karl Max/ Fulya Saatçıoğlu-Murat Ukray” okurken pankta…

Gülüşerek selamlaştık. Ellerini ovuyor muydu-sıkıyor muydu belirsiz! Arada bir gözlerini de yumuyordu! “Das Kapital’i” kapatmak düşüyordu bana…

“Adanalı mısın” dedim yalnızca…

Önce durdu, ardından rahatladı kanımca…

“Okumanıza engel oldum, kusara bakmayın. Burası güneş görünce izninizi istedim” dedi…

“Rahat olun. Sakıncası yok, anlatmak isterseniz dinlerim sizi” dediğimde, yeniden gülümsedi…

Adana Temsa’da çalıştığını, Sabancılardan Ünverlere geçmesinin ardından hep “diken üstünde” olduklarını, şimdi de fabrikanın onbeş gün “üretimi” durdurduğunu, gün dolunca da “nelerin” olacağının belli olmadığını anlattı. 

Biri yedi, diğeri on yaşında iki çocuğunun olduğunu söyledi…

***

Bu ne demek, anlaşılıyor kanımca…

Bize verilen eğitim, bize verilen yaşam, bize yaşamın içinde sunulan gelenek-görenek böyle bir şey olmalı…

Bir yerde “erkek kendi yaşamını yaşayamıyor; varsa yoksa eş ile çocuklar” demişti.

Kadının ezildiği, her gün şiddetle karşı-karşıya olduğu bir toplumda, “erkek” olsanız da eziliyorsunuz demek ki…

Temsa çalışanı, “üretim durdurma” gününün bitiminde nelerin olacağını düşünürken; asıl eşini, çocuklarını, işsiz onların gereksinmelerini nasıl sağlayacağını anlattı…

Kendinin işsiz kalışına değil, ailesinin karşısında “ne” yapacağını düşünüyor!

***

Elli yıl önce kurulan, otuz yılı aşkın bir süredir Adana’da üretim yapan; Amerika’dan tutun, Avrupa’nın birçok ülkesinde olmakla birlikte dünya çapında yetmiş ülkede çalışmaları olan bir firma Adana’daki fabrikasında “üretimi durdurma” kararı alıyor!

Yüzlerce çalışan, süre dolumundan sonra “neler” olacağını bilmiyor!

Adana’da “Temsa çalışanı” kadar emekçi “işsizler” arasına katılmaya aday!

Üretim mi yeniden başlayacak mı, çalışanların tamamı işlerine kavuşacak mı, bazıları işlerinden olacak mı?

Nedeni “ekonomik çıkmaz”!

Bankalara olan boru ödeyemediğinden, elinde bulunan araçlara “haciz” konmuş! Yetmemiş, bankalar Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmuş!

Firma “kılıfını” bulmuştur; ya çalışan…

***

Ne mi diyorum:

Bir şeye “iyi, olağanüstü, iş tamam” demekle olmuyor!

İşlerin “iyi” olmayışından dolayı bakın fabrikalar kapanıyor, işyerlerinin kepenkleri iniyor, sokak ortasında “şiddet”, köşe başlarında “cinayet” haberlerinden geçilmiyor…

İşler “iyi” değil ki;”iktidar” maaşlarına yaptığı zam, yılbaşlarında açıkladığı vergi, dar gelirlinin üzerine yüklediği sıkıntı durmuyor-büyüyor!

Açıklanacak “asgari ücret” konusunda, bakanın söylediklerini duyduk; birçok Avrupa ülkesinden iyi olduğumuzu söyledi! Ülkemizde bir ay sere-serpe uzanarak dinlenen Avrupalıları gördüğüm için ben utandım!

Bu ülkemizin “insanı” diyorum ya; ırkçı değilim, bu ülkenin topraklarını yurt bilmiş, bu topraklarda yazgısı belirlenmiş, havasıyla-toprağıyla beslenen “insanız” diyorum…

Yapmasanız bunu, “insanımızın” yaşananlarını yaşanmıyor gibi anlatmasanız, acılarını yadsımasanız olmanız mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar