SUSSAM, SORUN BİTECEK Mİ?

Acı düşen yüreğin ateşini “yaşamak” olmasa da, “anlamak” gerekir!

Belli ki yüreği etkilemiş, belli ki yaşamında yeri olan bir “olgu” ters-yüz olmuş!

Ne denli yadsınabilir, denli gizlenebilir, ne denli topla-tüfekle gelinmiş olsa da susturulabilir?

Olası mı?

O an için “yutkunulması” yaşananın yokluğunu, böyle bir acının yüreğe düşmeyeceğini kanıtlamaz!

Hem salt yüreğe düşmekle de kalmaz acılar;

Boğazda düğümlenir,

Mide de ağrılanır,

Tüm organlarda baş-gösterecek yalımlar kaplar…

***

Yüreği yalnız “hançer” mi yakar?

Bir-tek sözcük,

Bir-tek azılı bakış,

Bir-tek gülüş…

Yolda yürürken sendelemeye de yeter, sendelerken güçlenmeye de…

Cebinize koyduğunuz elli lirayı cebinize koyup, beş yaşındaki çocuğunuzun da elinden tutup “pazar” alış-verişine çıktığınız oldu mu hiç?

Hepsi elli lira…

Soğan alacaksınız, patates alacaksınız, domates alacaksınız, patlıcan alacaksınız, sarımsak alacaksınız, maydanoz alacaksınız, fasulye alacaksınız…

Hepsi yemeklik ürünler…

Yemeğin ardından çocuklarla birlikte yiyeceğiniz meyve yok arasında…

Çocuğunuz “bak muz” dediğinde çekiştiriyorsunuz başka yöne…

Çocuğunuzun, siz çekerken muza dönük yüzü var ya;

Orada dolanıyorsunuz işte!

Yüreğinizden ağrılanıyor, midenizden kasılmaya başlıyorsunuz!

Yürürken sendeliyorsunuz!

Pazar çıkışı, biten ellibin lirayla aldıklarınız sepette yürürken, çocuğun “muz almadın değil mi” sorusuyla yığılıyorsunuz…

Kaç baba, kaç anne gördüm bilseniz; yalnız pazarda değil, parkta, sokakta çocuğunun “dondurma” istemesi üzerine çekiştirenleri…

En sonunda birinin, “param yok evladım” vurgusunu da duydum, biliyor musunuz?

***

Bir sabah…

İşe gidecek eşine kahvaltı hazırlığında olan kadın “günlük” gereksinmelerden söz ediyordu…

“Yağ bitti, deterjan bitti, yemek yapacak malzeme…”

Gün yeni ağarıyordu. Akşamdan “sabah ola, hayır ola” diyen birini biliyordu; ona kızdı, ister-istemez!

Cebinde olan tüm parasını masanın üzerine koydu, içerisinde beş lirasını aldı. Eşine “biliyorum, aldığım bu, seni de sıkıntıya sokuyorum, yapacak başka bir şey de bilmiyorum ki” dedi…

Eşi “paramız yettiği kadar alırım, çocuklar için en azından” dedi.

Hazırlanan kahvaltıdan yemişti de…

Nasıl yediğini kendi de bilmiyordu; aslında yemiş miydi ki, doymuş muydu ki?

Evden çıktı, eşinin yüzüne gülümseyerek…

Eşine, çocuklarına kızamıyordu! Yetmezliğin nedeni olarak da hiçbir zaman onları görmemişti! Yorgunluk, zorluk nedir demeden, günün hangi saatinde olursa-olsun yapabileceği işe koşuyor, bulunduğu yerde verimli olmak için didiniyordu!

Aldığı asgari ücret…

Devlet kurumunun açıkladığı açlık sınırındaki asgari ücretle iki çocukla nasıl geçinilebiliyorsa işte…

Evin, mutfağın, çocukların, zorunlu tüketilen gereksinmelerin…

Eşinin savurgan olmadığını, ancak evin gereksinmelerini söylemesini doğru bulsa da; eşinin titreyen, bekleyen, anlayan sesiyle eksikleri sıralaması zoruna gidiyordu!

Akşam da olsa, sabah da olsa bilmesi gerekiyordu yine de…

Ama “o” bilmek-duymak var ya…

Daha ilk duyduğunda kulaklarında çınlayan sesi anlatmak olanaksız! Yüreğine düşen ateş bambaşka!

Başka ne yapabileceğini “kaç kez” düşünmemişti ki aslında…

Hırsızlık yapamayacağını, haksız kazanca baş salmayacağını, düşene vurmayacağını bilmeyen de yoktu!

Gereksinmelerine ulaşamamak “öyle” sızlatıyordu ki yüreğini…

***

Kaç tane örnek verebiliriz buna benzer öykülerden; bir, bin, milyon…

Biliyor musunuz? Şimdi bunları yaşadığımız kenttin sokaklarında, caddelerinde gördüğümüzü gizlememiz söyleniyor şu günlerde! Neden?

Sussam, bunları hiç yazmasam “çözülecek mi” bu sorunlar?

Sussam, bunca büyüyen geçimsizlik ortadan mı kalkacak?

Sussam, babasından “dondurma” isteyen çocuk gülebilecek mi?

Sussam, alım gücü törpülenen yurttaşın alım gücü sağlanacak mı?

Sussam, sorun bitecek mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar