Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler

Bugün 6 Ağustos, birçok kişi tarafından sıradan bir gün ama Japonya için öyle mi?

Japonya’nın en kara günü.

Tam 74 yıl önce bugün 6 Ağustos 1945 Pazartesi günü II. Dünya Savaşı’nın son aşamasına gelindiğinde, saatler 08.15’i gösterirken Amerika Birleşik Devletleri ‘Enola Gay’ adlı B-29 bombardıman uçağından bıraktığı Uranyum-235 tipi ‘Little Boy’ (Küçük Oğlan) isimli atom bombasıyla nükleer saldırıyı gerçekleştirdi. Atom bombası ’Little Boy’, Hiroşima’ya tam 43 saniyede düştü ve saatler 08.16’yı gösterirken yaklaşık 600 metre yükseklikte patladı.

Bomba, düştüğü yere 500 metre uzaklıktaki alan içindeki tüm insanların yüzde 90’ının ölümüne neden oldu. İlk anda 70 bin kişinin yaşamına bir anda son veren saldırı, takip eden hafta içerisinde ise 30 binden fazla kişinin hayatına mal oldu. Hatta bazı kaynaklara göre ölü sayısı toplamda 140 binin üzerine çıktı.

Hiroşima’daki saldırıdan sadece 3 gün sonra 9 Ağustos 1945’te Nagasaki’de Plütonyum -239 tipi atom bombası ‘’Fat Man’’ (Şişko Adam) ile ikinci saldırı gerçekleştirildi.

Bombanın atılmasından hemen sonra yayılan radyasyon ile birçok çocuğun ve yeni doğan bebeğin genetik hastalıklara maruz kalmasına neden oldu. İlerleyen dönemlerde de birçok kişinin ve çocuğun kansere ve çeşitli radyasyon hastalıklara yakalanmasına ve ölmesine neden oldu.

O günleri anlatan, yüreğimi parçalayan üç hikayeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Sizlerde okuduğunuzda ne hissettiğimi anlayacaksınız.

Birincisi;

Hiroşima’da yaşayan ve 3. sınıfa giden Hatsumi Sakamoto adlı çocuk, o anları bize yazdığı şiirinde şöyle anlatıyor:

"Atom bombası atıldığında gün geceye döndü ve insanlar bir anda hayalet oldu." 

İkincisi ise;

Belki birçoğunuz bu fotoğrafı internette gezinirken görmüştür. Bu fotoğrafın hikayesi ise şöyle;

Yıl 1945...Nagasaki'ye atom bombası atılmasının ardından, kardeşinin cesedini ölülerin yakıldığı alana getiren bir Japon çocuğun fotoğrafı...

Bu fotoğrafı çeken Joe O'Donnel, aslında bölgeye Amerikalılar tarafından gönderilen bir casustu. Görevi, Nagasaki ve çevresinde oldukça fazla fotoğraf çekip bunları ABD Genel Kurmayına yollamaktı. Böylece yetkililer bombanın gücü hakkında daha iyi fikir sahibi olacaklardı: 

"Ateşe doğru gelen 10 yaşlarında bir erkek çocuk gördüm. Sırtında bir bebek taşıyordu. O günlerde Japonya'da çocuklar küçük kardeşlerini sırtlarına alıp oyunlar oynardı. Önce böyle olduğunu zannettim. Fakat bu çocuğun havası tamamen farklıydı. Buraya çok ciddi bir sebeple geldiği meydandaydı. Ayakları çıplaktı ve yüzüne sert bir ifade yerleşmişti. Arkasındaki bebeğin kafası geriye düşmüştü, uyuyor gibiydi. Çocuk yaklaşık beş dakika kadar hiç kımıldamadan saygı duruşunda bulundu. Sonra, ölüleri yakan maskeli görevlilerden biri çocuğun yanına gitti ve bebeği bağlayan kayışları çözdü. İşte o zaman bebeğin ölü olduğunu anladım. Görevli, ölü bebeği aldı ve ateşin üstüne yerleştirdi. Çocuk ise kaskatı bir şekilde dakikalarca ayakta durdu. Alt dudağını o kadar şiddetli ısırıyordu ki sonunda kan akmaya başladı. Kardeşinin cesedi alevlerin içinde tamamen kaybolduktan sonra arkasını döndü ve sessizce oradan uzaklaştı."
O gün sadece 10 yaşındaki bir çocuğun bu kadar ağır bir yükü taşıyor olmasın sebebi tüm dünyaya yetebilecek bir insanlık ayıbıdır.

Üçüncü ise; 

Bu hikaye Japonya’da 1943-1955 yılları arasında yaşayan Sadako Sasaki’nin hikayesidir. Bu küçük kızın hikayesini  “Sadako ve Kağıttan Bin Turna Kuşu” adıyla Eleanor Coerr 1977 yılında kaleme almış.

Küçük Japon kız Sadako, 6 Ağustos 1945' te Hiroşima’ya atom bombası atıldığında 2 yaşındaydı. 12 yaşına geldiğinde maruz kaldığı radyasyon nedeniyle kansere yakalanmış ve hastaneye yatırılmıştı. Ama durumu ümitsizdi.Hastanedeki tüm doktorlar, küçük kızın ölümü için gün sayarken, küçük Japon kız hayat doluydu. Koridorlarda koşuyor, oynuyor ve diğer hastalara yardım ediyordu. Hastaların arasında en sevdiği kişi ise 80 yaşlarında, kendisi gibi kanser olan yaşlı bir kadındı.

Küçük Japon kızı, ölüm döşeğindeki bu yaşlı kadını hiç yalnız bırakmamıştı. Kadın ölmeden hemen önce “Benim için çok geç ama, bizim inanışımıza göre; eğer bir kişi kağıttan 1000 tane turna kuşu yaparsa, her istediği kabul oluyor. Ben yapamadım, sen yap ve kurtul” demiş ve son nefesini vermişti.

Küçük Japon kız çok üzülmüş ama hayatta kalma arzusuyla geleneksel Japon sanatı olan origamiyle kağıttan turna kuşları yapmaya başlamıştı. Neşe içinde çalıştığından ilk başlarda öyle hızlı yapıyordu ki,1000 tane turna kuşu yapması işten bile değildi.Ama sağlığı da hızla bozuluyordu. Bu hazin öykü önce yerel, sonra da uluslararası basında yer almış; dünyanın dört bir yanından insanlar küçük kıza, binlerce turna kuşu göndermeye başlamıştı. Ama ne yazık ki küçük Japon kız, haberler basında çıktığında artık elini kıpırdatamaz hale gelmişti. Hayattaki son saatlerini 644. kuşu yaparak geçirdi. Kuşu bitirmiş, gözleri kapanırken hemşireler ve hastabakıcılar, postadan çıkan yüzlerce origami kuşuyla odasına girmişlerdi.

Ama küçük Japon kızı yüzünde bir tebessüm yatağında cansız yatıyordu. Postacılar aylarca kağıttan turna kuşu taşıdılar hastaneye.

Sayısı milyonlara ulaşan o turna kuşları Japonya’da bir müzede sergileniyor…

Arkadaşları, eksik kalan 356 turnayı katlayıp onunla birlikte gömdüler.

Turna kuşu, o zamandan beri barışın ve nükleer silahsızlanmanın simgesidir ve o gün bugündür dünyanın her yanından insanlar rengarenk kağıtçıklardan binlerce turna kuşu yapıp, 6 Ağustos'ta Japonya'ya; Sadako'nun heykeline konsun diye, turnalar barışa uçsun diye, nükleere karşı kanat çırpsın diye, nükleer silahsızlanma olsun diye, çocuklar ölmesin diye, şiddet bağımlısı dünya iyileşsin diye uçururlar. 

“Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler” diye siz de bugün bir turna kuşu yapıp uçurun…

Önceki ve Sonraki Yazılar