Yunan kuvvetlerini taşıyan gemiler

Dünü Okuyor, Bugünü Yaşıyoruz…

Yunan işgal kuvvetlerini taşıyan gemiler, saat 7.30’da limana girdiler. İlk işgalci, saat 08.40’da karaya çıktı. Yunanlıları İzmir’in yerlisi Rumlar limanda sevinç gösterileri yaparak karşıladı. Metropolit Hrisostomos, Yunan bayrağını öptü, ilk çıkan işgal taburunu, abartılı bir törenle “takdis “etti, tuz serpti.

Sonrasında askerlere şöyle seslendi:

Asker evlatlarım!

Bugün ecdat topraklarını yeniden fethetmekle, İsa’nın en büyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı döküp, içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız. Ben de bir bardak Türk kanı içmekle onlara karşı kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım. Haydi, buyurunuz, bütün Azizler sizin arkanızda olacak, atalarınızın toprakları sizi bekliyor.

Sözde din adamının söylediği içilecek Türk kanı savaş meydanlarında olmayan masum kadın ve çocukların kanıydı.

15 Mayıs’ta İzmir’in işgal edilmesi başlayan kara günler 3,5 yıl devam etti. Türk balıkçılar sandalcılar, zincirlere bağlanıp denize atılıp öldürülmeye başlandı. Sanat okulu öğrencisi İhsan boğazlanarak öldürülüyor, Sütçü Ahmet Ağa Cedit mahallesinde parçalanıyor, karakolda polisler boğazlanıyor, direnenlerin bir kısmı kuyuya atılıyor, yakalanan askerler ya kurşuna diziliyor ya da bıçaklanıyordu.

Bugün Yunan yenseydi diyebilen sözde tarihçiler, Yunan işgali sırasında neler yaşandığını gerçekten biliyorlar mı çok merak ediyorum?

Mesela; İstanbul Hükümeti’nin İçişleri Bakanlığı tarafından” Türkiye’de Yunan Fecayii” adıyla yayınlanan iki ciltlik işkence kitabını okudular mı?

Orhangazi’de çırılçıplak soyulan erkekler, ellerine kırbaçlar verilerek kendi eşlerini dövmeye zorlanmışlar.(15 Ekim 1921 tarihli rapor)

Yerli Rumlarla birlikte Çınarcık köyüne çeviren Yunanlılar, anneleri erkek evlatlara peşkeş çekmek istemişler, fakat ölüm pahasına yapmayan delikanlıları süngüleyerek öldürmüşler.

Süngü ucuna taktıkları bebekleri kuzu tandır kızartır gibi ateşlere tutmuşlar.

Genç kızların göğüslerini keserek kebap yapmışlar. Çınarcıkta öldürülen 24 kişinin ölüm şekilleri ve adları 24 Nisan 1921 tarihi raporda yer almaktadır.

Cihanköy’de 5 yaşına kadar olan çocuklar evlerinden toplanarak annelerin gözü önünde süngüye takılıp diri diri ateşe atılmışlardır(19 Ekim 1921)

Yukarıda yazdıklarım yaşanılanların sadece birkaç tanesidir. Her dönemde olduğu gibi o dönemde de savaşın tüm çirkinlikleri kadınlara ve çocuklara yaşatılmıştır.

Bu kara günler yaşanırken Osmanlı İstanbul Hükümeti neler yapıyordu peki?

İstanbul Hükümeti 11 Nisan günü, işgalcilerin isteğini yerine getirir. Milliyetçileri ve liderlerini suçlayan bir bildiri yayımlar. Bu bildiride Milli Mücadelecileri,”çıkarcılar, bozguncular, asiler, vatan hainleri, millet düşmanları” diye nitelendirmekte ve asker ve para toplamanın yasalara ve Allah’ın buyruklarına ileri olduğunu söylemektedir.

Şeyhülislam Dürrizade Abdullah’da 11 Nisan’da fetva imzalayarak yayınlar.

“Padişahtan izinsiz olarak işgalcilere karşı direnen milliyetçileri tek tek ya da toplu olarak öldürmek, din gereği ve görevidir. Bu uğurda ölenler şehit, öldürenler gazi sayılır.”

Bu fetvanın ve buna benzer fetvaların yayınlanması üzerine bazı gözü dönmüş kişiler 3 Mayıs sabahı Bolu’da Binbaşı İhsan’ı şehit ettiler. Ellerine geçirdikleri askerleri sokak ortasında kırık camlarla kestiler. Bolu’da kalan Abdülkadir adında çok genç bir subayı da soyarak ve işkence yaparak Bolu sokaklarında gezdirdiler. Vücudunu delik deşik edip belediye binası önüne attılar. Genç subayın çok yarası vardı her yeri delik deşikti ama ölmemişti. Ertesi gün kımıldadığını evinin penceresinden gören doktorun hanımı eşine haber verdi ve hastaneye kaldırıldı. Bunu duyan gözü dönmüş kişiler hastaneyi basıp subayın başına ip geçirerek sokaklarda sürüyerek öldürdüler.

İnsan düşmanın ihanetini anlıyor da kendinden kişilerin yaptıklarını maalesef kabullenemiyor.

15 Mayıs’ta İzmir’e giren düşmanın işgali, 9 Eylül Cumartesi sabahı Süvari Kolordusunun marşlar söyleyerek İzmir’e girişiyle son buldu.

Hükümet konağına Türk bayrağını Yüzbaşı Şeref, Kışlaya Yüzbaşı Zeki Doğan, Kadifekale’ye Asteğmen Besim çekti. İzmirliler de bugün için sakladıkları bayrakları çıkarmışlardı. Her yer bayraklarla donatıldı. Kaldırımları dolduran halk ağlıyor, alkışlıyor, çılgınca bağırıyordu.

O günün sonunda İzmir’i dürbünle izleyen Mustafa Kemal İsmet Paşa’ya dönüp “Biliyor musun, bir rüya görmüş gibiyim” dedi.

“ Haklısın. Bu kadar mucize, olağanüstülük, harikalık ancak bir rüyada yaşanabilir” dedi.

Dünü okuyor, bugünü yaşıyoruz. Dünü okurken bize bir rüyayı yaşatan kahramanları da, kâbusu yaşatan hainleri de görüyoruz. Tıpkı bugün de olduğu gibi.

İzmir’in dağlarında o çiçekler hep açtı, hep açacak.

Mustafa Kemal adı illel ebet mücevher taşa yazılacak.


 


 

Önceki ve Sonraki Yazılar