İYİ Kİ SÜRGÜNE GİTMİŞ…

Biliyorum yine bana küfredecekler.

“Faşist herif!” diyecekler.

Desinler!

İyi ki onları Batı’ya doğru sürmüşler. Amcasının yüzünden… Otuz sekiz de…

O zaman  7 yaşında imiş. Bilecek’te durmuşlar. Zorlu bir çocukluğu olmuş.

Sonra İstanbul’da ortaya çıkmış.

Ve bize bu güzelim şiirleri yazabilmiş.

Cemal Süreya’dan söz ettiğimi birileri  anlamıştır.

Birkaç yılda bir açar okurum şiirlerini… Biraz da kıskanarak…”Niye ben de böyle imgeler bularak böyle güzeler dizeler düşüremedim?” diyerek…

Şiir okumuyorum sanki içimden bir ırmak geçiyor.

 ONUN KADINLARI

Cumhuriyet Türkiyesi’nin yoksul ama laik havasında yetişen özgür bir ruh o… En güzel aşk şiirleri yazan ozanlardan birisi. Karacaoğlan’ın kentlisi… Duyguları, Tunceli dağlarının havası kadar temiz.

Kadınlar onu sarıp sarmalamış. Bu duyguyu en içten ve en ilginç betimlemelerle dışa vuruyor.

“Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız

Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun

Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez

Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor

Bütün kara parçalarında

Afrika dahil”

Sevişmek bu kadar soyutlanmıyor kimi zaman. Bakın hele hamamlar arası ilişkileri nasıl hayal etmiş:

“Kadınlar  hamamında Güzin

Bacağının birini suya uzattı

Erkekler hamamında Süleyman

Uzandı bacağı bir güzel öptü

Öpsün bakalım”

Size olmaz gibi geldi mi? Bence olabilir. Hayalin gücünü hangi duvar önleyebilir ki?

Bunları daha 20’li yaşlarında yazıyor.

“Bir sürü çiçek ama saydırmaya kalkma

Ayrı ayrı kadınlardan koparılmış”

Hay sen çok yaşa Cemal Süreya… Gel gör ki aşk konusunda sanki çok acelesi varmış:

“Yoksuluz gecelerimiz çok kısa

Dört nala sevişmek lazım”

Şiirler bunu terliyor sanki…

O yüzden diyorum ya: İyi ki sürmüşler… Hem de ilk gençlik yılları  Demokrat Parti zamanlarında geçmiş. Menderes öyleymiş, böyleymiş ama hiç değilse yobaz değilmiş. Sanatçıları, saraydan gözetleyerek haremlik-selamlık yaşamaya zorlamamış. Özgürlükleri sınırlasa bile kadın konusunda Cemal Süreya’ya tur bindirmiş…

Cemal Süreya’nın kadınları, aslında dünyanın bütün kadınları… Hepsine âşık sanki…

“Sen yüzüne sürgün olduğum kadın

Karanlık her sokaktaydın gizli her köşedeydin”

Neresidir burası?

İstanbul’un veya Sydney’in loş bir sokağı… Sen Petersburg’daki yahut

Lizbon’daki evin yarı karanlık odası…

***

Yanılıyor muyum yoksa?

Acaba Cemal Süreya tek kadını sevdi de… Çok sevdi de… Onu mu böyle çoğalttı?

***

Bence en güzel şiirleri, bu gençlik şiirleri… Yaşamın yükü bindikçe üstüne, aşkın eskidiğini duyumsuyoruz:

“Aşkımız şimdi görklü bir hayatın

Yabancıya berbat bir çevirisi

Sen metinde üç beş satır atladın

Ben geçmiş zamanda dondurdum fiilleri”

Yine de o dere, kimi zaman bendini yıkıyor ve gürlüyor: Bileğinden, dudağından, kasığından, iliğinden derken…

“En sonunda caddelere çıkardım

Kaynağından öptüm seni”

Cemal Süreya demek, öpüşmekle sevişmek arasında koşuşturup duran şiirler demek.

Ama o, kendisinin Yunus’a dediği gibi: Türkçe’nin süt dişleri… Türkçe’nin gök ekinini biçmiş, gitmiş…

***

Şiirleri bitirdim.

İçimde bir hüzün bir hüzün…

Yaşlanmak dert değil de…

İnsan öpüşmeyi unutmuş ya…

Dayanılır dert değil…

Ölsek mi acaba?

Önceki ve Sonraki Yazılar