S. Ersu Hızır

S. Ersu Hızır

Bizi kimler yönetmeli?

Her gün yeni bir gündemle uyanıyoruz.
Hatta gün içerisinde gündem konuları hızla değişebiliyor.
Birkaç gün önce yaşadıklarımızı, konuştuklarımızı hatırlayamıyor oluyoruz.
Bir süre sonra aynı konular küçük frekans değişiklikleriyle yeniden önümüze getiriliyor.
Koca koca adamlar,
Büyük büyük laflarla
Geçmişte duyduklarımızı yeniden pişirip önümüze koyuyorlar.
Anlayacağınız dar bir çerçevenin, küçük bir dairenin içerisinde yuvarlanıp gidiyoruz.
Neden mi?
Çünkü yeni bir şeyler üretmiyoruz.
Az sayıda da olsa; branşında uzman, üretken genç beyinlerimizi koruyamıyor, genç yaşta yitiriyoruz.
Zeki, çalışkan birçok gencimiz yabancı ülkelere beyin göçü olarak gidiyor, bir şeyler yapmıyoruz.
Siyasetçi, bürokrat, teknokrat yerelde ya da genel de yönetici konumunda olanların birçoğunda
Teknolojik gelişmelere nereden, nasıl dahil olabiliriz kaygısı taşımadıklarını görüyoruz, hissediyoruz..
Bilimin gerçekleriyle yüzleşmekten, bilimsel çalışmalar yapmaktan kaçınıyoruz.
Kolaycı yaklaşımlarla, yüzeysel veri kopyalamalarla günlerimizi geçiriyoruz.
Önce hayranlıkla izleyip sonra ah vah edip üzülüyoruz.
Eğitim sistemimiz bu yüzden yapboza dönmedi mi?
Daha yeni bir ay önce yapılan sınav değişikliği Öğrencileri, velileri belirsizliğe sürüklemedi mi?
Dün getirdikleri sisteme övgüler düzenler
Bugün aynı sistemi eleştirip, başka yerlerden alıntı yapıp getirdikleri sistemi övüyorlar?
Nasıl yapıyorlar bunu?
Ham çilek olsa olgunlaşınca kızarır.
Bunlar ak dut yemiş gibi, kızarmadan yapabiliyorlar.
Halkın siyasetçiye güveni azalıyor, siyasete bakışı gittikçe soğuyor.
Havaların soğumasından kaynaklanmıyor.
Şehirlerimizi ısıtan, görsel güzellik katan, yaşanabilirliğini arttıran yeşil alanlarımız rant uğruna bir bir yok ediliyor.
Kısa süre önce; Cumhurbaşkanı bir dönem belediye başkanlığı yaptığı İstanbul için,
Kendisini de dâhil ederek “Bu kente ihanet ettik” diyor.
Yalnız İstanbul mu?
Ankara, İzmir farklı mı?
Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği arazisini yüksek binalarla, kulelerle dolduranlar, Anıtkabir’i
Ulus’tan ya da Kızılay’dan bakınca yüksek kulelerin arkasına hapsedenler farklı değerlendirilebilir mi?
Yeni yapılan Atatürk Orman Çiftliği’nin tepe noktalarından birinde yer alan yeni Cumhurbaşkanlığı binası dahi çevresinde yapılan kulelerden birçok yerden görünmez hale geldiyse sorumluları nasıl değerlendirilmeli?
İzmir’de Ahmet Piriştina döneminde “Yeni Kent Merkezi” olarak planlanan bölge de, onun vefatından sonra yapılan imar değişiklikleri sonrası,
İzmir’in hava akımını, ulaşımını, kent estetiğini olumsuz etkileyen yüksek binaların yapımına izin verenler, Kentin göbeğinde Basmane Meydanı’nda
Kültürpark yanına yüksek kule inşaatlarının önünü açanlar, ya da Mavişehir’de yeni yüksek yapılara izin verenler sizce nasıl değerlendirilmeli?
Ne yapmalıyız?
En azından mevcudu korumalıyız.
Yaklaşan yerel seçimlerde; kentlilik bilinci gelişmemiş, kent yaşamını özümsememiş, ranta teslim olmayacak belediye başkanlarını seçmez isek bu günlerimizi de arayacağımız kesin.
Genel siyasetle, yerel siyaset arasında çok bir fark yok.
Genel siyasetten birkaç örnekleme yaparsak.
Son yirmi yılda hayvancılığımızın nasıl adım adım öldürüldüğünü gördük, görüyoruz.
Köyler boşaltılırken, mera alanları imara açılırken sessiz kalanlar da bu kararları alanlar kadar sorumlu değil mi?.
Gıda deposu olarak bilinen, hayvancılıkta kendisine yeterli olan Türkiye’nin geldiği duruma bakın.
Bugün pirinçten samana birçok tarım ürününü ithal eder duruma geldik.
Son yedi yıldır canlı hayvan ithal ederek ayakta durmaya çalışan besicilerimizi bitirme noktasına geldik.
Kentlerimiz e aynı değil mi?
Kent yaşamını olumsuz etkileyen, tüccar zihniyetiyle dikey yapılaşmanın önünü kent siluetini bozan ve beton yığınına çeviren anlayışlar bizi yönetmeye devam ederse, yarın nefes alabilmek için oksijen ithal eder duruma geleceğiz.
Sahile deniz kıyısına inip ya da dağlara ormanlık alanlara temiz hava almak için giden bir kişinin;
oh bee, ne güzel manzara, harika bir temiz hava dedikten sonra; kendine dönüp yak bir sigara demesinden farkı var mı?
O kişinin akciğerlerini zehirle doldurduğu gibi, yeşil alanları yapılaşmaya açarak, kent merkezlerinde yüksek yapılaşmaya izin vererek, şehirlerimizin akciğerlerini öldürüyoruz.
Zehirle dolduruyoruz, kentlerimizi yaşanmaz hale getiriyoruz.
Şehirlerde parklarımızı, yeşil alanlarımızı; köylerimizde kırlarımızı, meralarımızı heba etmeyen, bizlerin daha iyi kullanımına sunan yöneticilerimizi seçeceğimiz günlerin yakın olması dileğiyle,
iyi pazarlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar