S. Ersu Hızır

S. Ersu Hızır

Deprem olursa, yağmur yağarsa, vay halimize!

Ege Denizi’nde İstanköy(Kos) adası merkezli deprem, Muğla, İzmir, Aydın, Bodrum, Gökova, Gümbet’ te paniğe neden oldu. Depremde can kaybı olmamasına sevindik. Deprem sırasında ve deprem sonrası yaşanan mini tusunami bizlere depremlerde nasıl davranmamız gerektiği konusunda eğitim yetersizliğimizi bir kez daha gösterdi.

Deprem sırasında pencerelerden atlayarak vü- cutlarında kırıklar oluşan, yaralanan çok sayıda vatandaşımızın olması bunun somut örneği. Ülkemizin deprem kuşağında olduğunu biliyoruz. Onbeş yılda farklı bölgelerimizde orta ve büyük şiddette gerçekleşen depremler bizlere acılar yaşattı. Buna rağmen rant için depremlerde toplanılması gereken meydanlar küçültülmekte, yeşil alanlar, parklar, spor alanları imara açılmakta

İmar konusu ve rant gündeme geldiğinde yerel ya da merkezi hükümet yetkilileri ahenkle çalışmakta kentler yaşanmaz hale getirilmekte. Bu alanları ya bakanlık resen imara açmakta, ya da belediye baş- kanları yerel tepkilerden çekindiklerinde ellerindeki imar düzenleme yetkisini bakanlığa devretmekte, sonra da ben yapmadım bakanlık yaptı diyerek sıyrılmaya çalışmakta.

Deprem sırasında depremzedelerin güvenli alanlara nakli ve deprem bölgesine gelecek yardım ekiplerinin ulaşabileceği alternatif yollar önceden düşü- nülerek imar planları bunlara göre yapılmalıdır. Ula- şım, hava akımının kesilmesi, çevre ve görsel kirlilikle beraber olası deprem gibi doğal afetlerde zararın artmasına ilk yardımların gecikmesine neden olur.

Yıllar öncesine göre yönetmelik değişiklikleri ve teknolojik gelişmelerden yararlanarak depreme dayanıklı binalar yapmayı öğrendik. Ancak ne denli depreme dayanıklı binalar yapsanız da geçmişte bataklık olan, zemin sıvılaşması yüksek alanların imara açılması hele yüksek yapılara izin verilmesi olası depremlerde felakete davetiye çıkartmak değil midir?

Belediye başkanları, görevleri olan işleri televizyonlarda kamu parası ile reklam olarak açıklayacaklarına, kentlerinin zemin ve hava akım haritalarını açıklasalar toplum için daha yararlı olmaz mı? Bakanlıklar, ilgi kamu kurumları da yayınların çok izlendiği zaman dilimlerinde depreme karşı alınması gerekli önlemler ve yapılması gerekenlere karşı eğitici programları sıklıkla yayınlamalıdırlar.

Yaşadığımız son depremin şiddetine ilişkin çeliş- kili açıklamalar yapıldı. Depremin şiddeti 6,3’ mü 6,5’mi, 6,7’ mi bu denli farklı sonuçların olması şa- şırtıcı değil mi? Türkiye’de şiddetli deprem beklemiyoruz diyen bazı hocalarımızın açıklamalarından birkaç gün sonrası yaşanan deprem, bilimsel gerçeklerin sözle değişmeyeceğini, doğa ile savaşarak değil uyum içerisinde yaşamanın güvenli olduğu gerçeğini göstermedi mi?

Yeni yapılan bazı kamu binalarının hasar görmesinin nedenleri araştırılmalıdır. Ege Denizi merkezli bir deprem; depremlere karşı yeterince eğitimli olmadığımızı, son yıllardaki iyileştirmelere rağmen inşaat yapımında kusur oranının bitmediğini, azalarak da olsa devam ettiğini gerçeğini hatırlattı. Bu son depremde hasar gören yeni yapılmış kamu binalarının ihalesinin hangi kurumlarca yapıldığı- nı, kontrol edildiğini ve kimlerin yaptığını yetkililer açıklamalıdır. Yeni inşaat tekniğine uygun yapılmış bir binanın 6,3 ya da 6,7 şiddette bir depremde zarar görmemesi gerekir. İncelemelerde kusuru görülenler şiddetle cezalandırılmalıdır. Muğla’nın yeni kadın valisi Esengül Civelek’in olayın hemen sonrası yaralılara gösterdiği şefkat ve hasardan etkilenenlere ziyareti olumlu ve moral verici oldu.

Depremin hemen öncesi meteorolojinin günlerce önceden uyarmasına rağmen gelen şiddetli yağış sonrası İstanbul’un düştüğü acınası hal… Yağış sonrası Avrasya tüneli, metro hatları, yollar sular altında kaldığı için ulaşım durmuş, araçlarda seyahat eden yollarda yürüyenler boğulma tehlikesi yaşamışlardı. Günler öncesinden bilinmesine karşın neden bu facia yaşanmıştı. Ormanları, yeşil alanları yok ederek imara açarsan, dere yataklarına inşaat izni verip, suyun akacağı toprağın emeceği alanları betonlaştı- rır “doğaya meydan okumaya kalkarsan” , buna alt yapı yetersizlikleri ve yanlış imalatları da eklersek sonuç bu olur.

İdari eksiklikleri de buna eklemek gerek; valilik bir günlük işyerlerini tatil etse, özel ulaşım araçları- nın kullanılmamasını vatandaşlara zorunlu olmadık- ça dışarıya çıkmamalarını önerse; belediye ekipleri yazın tozla, çöple tıkanan kanalları ve menfezleri önceden temizlese facianın boyutları bu denli büyük olmaz idi. Bir hafta içerisinde yaşanan iki olay arasında ki fark; İstanbul’da yaşananlar geliyorum diyen bir ya- ğışa karşı yeterli önlem alınmamasının yarattığı sonuçlar iken, Muğla’da yaşananlar doğal bir afetin sonuçlarıdır.

Vizyonu geniş olmayan yöneticilerin eliyle olu- şan çarpık kentleşmenin yarattığı olumsuzlukların sonuçlarını görüyor, acılarını yaşıyoruz. Deprem kuşağında olduğumuz gerçeğini biliyoruz. Olacak depremler kader olarak algılanmamalı gerekli eğitimler yapılmalı önlemler alınmalıdır. Ne gökyüzüne havlu tıkayarak yağışı durdurabiliriz, ne de patlayacak volkanın ağzına havlu tıkayarak lavların çıkmasını önleyebiliriz. Akılla, bilimsel ve teknik kurallara uygun, doğaya zarar vermeden birbirimize saygılı, çevremizdeki tüm canlıları severek yaşamayı öğrenirsek mutlu, huzurlu, güvenli yaşayabiliriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar