S. Ersu Hızır

S. Ersu Hızır

Kritik kavşağa bir kala

Bir yılı geride bırakıyoruz. Önümüzdeki iki yıl içerisinde yapılacak seçimler çok önemli.
Seçmen Türkiye’nin rejimi ve Türk Siyasi yaşamının geleceği konusunda karar verecek.
Başkanlık Sistemi’ mi, Parlamenter Sistem’le devam mı?
Canım bunun kararı verilmedi mi?
Seçimler yapılmadı mı?
Başkanlık sistemine geçilmedi mi? diye sorabilirsiniz.
Elbette seçimler yapıldı ama nihai karar 2019’da verilecek.
Yapılacak seçimlerde son iki tura kalacak iki aday arasında bu tercihte yapılacak.
Yürütme erki TBMM’de mi olsun?
TBMM’nin yetkilerine sahip Cumhurbaşkanı’nda mı olsun?
Toplumun bir bölümü çok duyarlı davranırken bir bölümü ne olacak? Ne fark eder ? diye düşünüyor.
Yarın sabah üzerinden bir yıl geçmiş olacak bu yıl ki tartışmaları ve iki sistem arasındaki farkları bir kez daha hatırlayalım.
Parlamenter sistem istikrarlı bir demokrasinin oluşmasına daha çok katkıda bulunurken, farklılıkların temsiline olanak sağlıyor.
Türkiye gibi derin siyasi ayrılıkların körüklendiği ve çok sayıda siyasal partinin bulunduğu ülkelerde parlamenter sisteme olan gereklilik daha da önem kazanmakta.
Her seçim sonrası farklı tonların temsili ve aralarında ki uzlaşma siyasette yönetenlerin değişmesini olanaklı kılmakta.
Başkanlık sisteminde kazanan her şeyi almakta ve siyaseti belirlemektedir.
Farklı tonların temsiliyet olanağı bulunmamaktadır.
Oy kullananların bir oy fazlasıyla seçilen başkan halkın kendisine yönetim yetkisi verdiği düşüncesiyle hareket edebilir.
Bu anlayış, ayrışma ve çatışma potansiyelini arttırır.
Başkan seçildikten sonra sabit görev süresi boyunca kazananlar ve kaybedenler de sabit duracaktır.
Başkan sabit görev süresi boyunca destekçişeriyle toplumun tümüne yönetim anlayışını kabul ettirmek isteyecektir.
Bu da daha katı, daha sert olmasına farklılıkları göz ardı etmesine neden olacaktır.
Başkanlık sistemini savunanlar genelde avantaj olarak yürütmenin istikrarı ve hızlı karar alınmasını ifade ederler.
Sık sık hükümetlerin değişmesi, koalisyon hükümetlerinin kurulmasını örnekler veririler.
Bu yüzeysel gel gitler ülkemizde de batı Avrupa ülkelerinde de yaşanmıştır.
Ancak bu koşullarda dahi, başbakan ya da bakanların bir bölümünün hükümet üyeliği görevlerinin devam etmesi, muhalefete karşı sorumluluk bilincinin devamını gözardı etmek mümkün değildir.
Oysa bunlar parlamenter sistemin güçlü yanlarıdır.
Türkiye hızla bir kavşağa doğru ilerlemekte ve seçmen bir tercihle baş başa bırakılmaktadır.
Yaşanan iç ve dış olaylar o denli hızlı değişmekte, seçim tarihi yaklaşmakta ve muhalefet henüz net bir strateji ortaya koymuş durumda değil.
CHP’nin önceki Genel Başkan’ı Deniz Baykal’ın söylemleri dışında doyurucu bir açıklama yapılmadı.
Deniz Baykal’ın seçimlerden kısa süre sonra yaptığı geleceğe yönelik stratejik açıklamaları bazı çevrelerce tepkiyle karşılanmıştı.
Deniz Baykal’ı 2010 yılında Genel Başkan’lıktan ayrılmaya zorlayan bir kısım medya attığı manşetlerle açıklamaların özünü göz ardı etmişti.
Bazı köşe yazarları da onun başkanlık seçimlerine yönelik stratejik yaklaşımlarını yozlaştırmaya çalışmışlardı.
Aynı çevreler Türk Silahlı Kuvvetleri, Ergenekon ve Balyoz kumpas girişimleri ile yeniden dizayn edilmeye çalışılırken, Deniz Baykal “Ben Ergenekon ve Balyoz davalarının avukatıyım” dediğinde de benzer yaklaşımlar da bulunmuşlardı.
Baykal geçtiğimiz yaz sonrası hemen çalışmaya başlanması gerektiği uyarısında bulunmuştu.
Bu sene yapılan “Partili Cumhurbaşkanlığı” ya da “Başkanlık” seçimleri sonrasında CHP’nin önceki Genel Başkan’ı
Deniz Baykal muhalefetin adayı olacak kişinin özelliklerini tanımlarken bir söz vermesi gerektiğini de ısrarla vurgulamıştı.
Muhalefetin başkan adayı kim olursa olsun “Seçilince başkanlık yetkilerini devrederek yeniden parlamenter sistemi eksiksiz işler hale getireceğine söz vermelidir” demişti.
Deniz Baykal’ın rahatsızlanması sonrası muhalefet cephesinden stratejik takvime dayalı bir açıklama henüz yapılmadı?
Muhalefetin yeni yılda iktidarın uygulamalarına yönelik eleştirileri ile sınırlı kalmayıp, gündemi belirleyecek yeni önerilerle kamuoyu önüne çıkması geniş halk kesimlerine umut verecektir.
Aksi halde geç kalınmış olunacaktır.
Bu geç kalmanın mazereti olmayacak, sorumlulul muhalefet partilerinin yöneticilerine ait olacaktır.
Muhalefet stratejisini belirlemeye çalışırken, iktidar adım adım seçimlere yönelik çalışmasını sürdürüyor.
İktidar her kent ve bölge için yaptırılan anketlere göre strateji belirliyor.
Büyük kentlerdeki belediye başkanlarının istifa ettirilmeleri, farklı nedenlerle memnuniyetsizlik duyulanların geri plana çekilmesi, kırsala yönelik uygulanan politikaları birkaç örnek olarak sıralayabiliriz.
KHK’larla TBMM’de görüşülmeden yapılan düzenlemeler hayata geçirilmekte istim arkadan gelsin denilmektedir.
İktidar seçimlere yönelik stratejisini uyguluyor, muhalefete öncülük edecek ana muhalefet strateji belirlemeye çalışıyor.
Bu strateji ve kararlar gerçekçi, halkla bütünleşen, tabanın sesini yansıtan, doğru kararlar olmalı.
Dün yarını düşünmeden alınan bazı kararların sonuçları bugün görülmekte.
Etkin siyaset yapılmasının önünde engel teşkil etmekte.
İlk akla gelen; CHP’nin milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yönelik verdiği destek.
CHP, bu desteğin gelecekte HDP’den sonra şimdi kendi milletvekillerini tehdit eder boyuta gelebileceğini düşünse aynı desteği verirmiydi? acaba
Türkiye gelecek seçimler sonucunda Cumhuriyet’in ilkelerine bağlı özgürlükçü demokrasiyi geliştirecek demokratik parlamenter sistemle mi?, başkanlık sistemi ile mi yönetilecek.
Gelecekte doğru kararlar verebilmek için dün söylenenleri, yaşananları unutmamamız gerek.
Neden parlamenter sistemden yanayız.
İki sistem arasındaki en temel farklılığı kısaca tanımlarsak.
“Parlamenter sistem siyasal sürece esneklik getirirken, Başkanlık sistemi bu süreci katılaştıracak” diyebiliriz.
CHP’nin Başkanlık referandum kampanyası sonrası gündemi belirlediği ikinci önemli hareketi “Adalet Yürüyüşü” idi.
Bu yürüyüş ile örgütünü, sivil toplum örgütlerini, canı yanan vatandaşları aktiviteye sokan CHP, demokratik kurallara bağlı barışçıl yürüyüşün olumluluğunu sürekli kılmalıydı.
Bu yıl olduğu gibi, yeni yılda da vatandaşın en önemli sorunu ekonomi ve geçim derdi olacak.
Giderek artan fiyatlar, yükselen enflasyon, vatandaşın belini bükmekte.
Artan dış borç, cari hesap açığındaki yükseliş, faizlerdeki tırmanış ekonomik zorlukların daha da artacağının işareti.
Bu gerçekleri salonlarda değil, halkın arasında, çarşıda, pazarda, sokakta anlatanlar siyasette yeni yılın kazananları olacak.
Medya da yer bulması sınırlı olan muhalefet başarılı olmak istiyorsa İzmir’de, Antalya’da, İstanbul’da değil.
Kendi seçim bölgelerinde ve İç Anadolu, Orta Anadolu, Doğu, Güneydoğu Anadolu’da sokakta, çarşıda, pazarda olmalı.
Daha iyiyi yapabilmek, daha güzele ulaşabilmek için;
Zamanı nasıl geçirebiliriz diye değil, zamanı nasıl verimli değerlendirebiliriz diye düşünüp çalışmalıyız.
Yeni yılın sağlık, huzur, barış ekonomik refah ve esenlikler getirmesi dileğiyle özgürce yaşayabileceğimiz nice mutlu yıllar dileğiyle…
Not: Almanya’da tedavi görmekte olan Deniz Baykal’a geçmiş olsun dileklerimi iletir, elli altı günlük rehabilitasyon sürecinin devam ettiğini ve sağlık durumunun gün geçtikçe iyiye gittiğini sizlerle paylaşmak istedim. 

Önceki ve Sonraki Yazılar