Süleyman Karan

Süleyman Karan

Sıcak kumlardan soğuk sulara…

GEÇEN hafta 7. Uludağ Ekonomi Zirvesi’ndeydim. Zirveye yerli yabancı iş insanları, finans sektörü yöneticileri, bürokratlar, sivil toplum kuruluşlarından temsilciler katıldı. Bu zirvenin ana teması ‘Gelecek’ti. Uzun zamandır kafamdaki temel sorulardan biri bu ‘ekonominin geleceği’ meselesi… Hem makro ekonomik açıdan hem de finans ve sermaye piyasaları açısından… Tabii ki temel eğilimler için de benzer sorular geçerli… Zira artık bildik göstergelerle ekonominin geleceğini analiz etmek kolay değil. Bu dönemde ‘kesin ve net’ tespitler yapmaya kalkanların nasıl madara olduğunu görüyoruz. Ekonomi biliminin klasik korelasyonlarıyla yapılan çözümlemeler genelde duvara tosluyor. Ekonomiyle siyasi ve dış politik gelişmeler arasındaki ilişki çok iç içe geçmiş durumda, zaten adı üstünde küresel bir ekonomiden söz ediyoruz.

Kısa vadeyi kurtarıyoruz da…

Arjantin’de düzenlenen G20 toplantısının ardından zirveye katılan Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in sunumu, G20 zirvesindeki verileri taze taze sunduğundan, kısa dönem açısından genel bir tabloyu kavramak için verimliydi. Şimşek, G20 ülkelerinin dünyadaki korumacılık trendine karşı endişelerini dile getirdi. Pek çok ülkede aşırı sağ ve popülist rejimlerin yükselişini bu trende bağladı. Ki zaten biz bunu bizzat yaşıyoruz!
Sunumdan devam edelim; ‘dünya ekonomisinde gelecek kısa vadede oldukça parlak görünüyor; büyüme var, küresel enflasyon kontrol altında. Kısa vadede risklerin gerçekleşme olasılığı düşük’. Burada temel mesele, artık büyüme-kriz ve daralma döngüsünün her zamankinden daha da kısa devrelerde gerçekleşiyor olması… Söz gelimi ‘orta vade’ derken, aslında klasik ekonomik kıstaslara göre ‘çok kısa vade’ demek de mümkün. Yani bu büyüme trendinin pek kalıcı olması mümkün görünmüyor. 

‘Ultra-liberaller’ korumacı olursa…

Şimşek sunumda bu eğilime dikkat çekerek, ‘…orta ve uzun vadede soru işaretleri de var. Genelde olduğu gibi şimdi de senkronize büyüme dönemleri enflasyonist baskıya ve para politikasında sıkılaşmaya yol açıyor. ABD Merkez Bankası önümüzdeki dönemde faiz artırmaya devam edecek. Birkaç yıl öncesine oranla faiz beklentisi yüksek’ saptamasını aktardı. Bu kez bir diğer tehlike daha var ki, zaten son dönemde küresel ekonominin temel gündemini oluşturuyor. Garip bir biçimde, serbest piyasanın bayraktarlığını yapan ABD, aşırı sağcı ve popülist, sözde ‘ultra-liberal’ Donald Trump’ın liderliğinde, başta Çin olmak üzere tüm gelişmekte olan ekonomileri hedef alacak ‘korumacı’ politikaları hayata geçirmeye kararlı… Başka çaresi de yok gibi görünüyor, zira ABD’nin özellikle üretim alanında rekabet edebilme yetisini tekrardan kazanması pek mümkün görünmüyor. Mesele şu ki, küresel ekonomi açısından bu kararın bir ‘harakiri’ye dönüşmesi işten bile değil. Bu gelişme, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler açısından tedirginlik yaratıyor. Yine sunumdan devam edelim: Dünyada şu anda en büyük riskin korumacılık olduğunu belirten Şimşek, “Çok güçlü bir korumacılık eğilimi var. Dünyada bazı endüstrilerde sorunlar yaşanmış olabilir ama onları çözeceğimize, kriz sonrası gelir dağılımında bozukluğun ortaya çıkardığı popülizmden faydalanmaya kalkışılırsa sonu kötü olur. G20’de bir-iki ülke hariç herkes böyle düşünüyor” diyor.

Çarşı oldukça karışık!

Bakın hâlâ makro ekonomi üzerinden gidiyoruz ve gerçekten yapısal sorunların hemen hiçbirini çözememiş küresel finans sistemi, sermaye piyasaları ve her an yeni bir krizin müsebbibi olacak türev enstrümanlara gelebilmiş değiliz.
Bitmedi… Endüstri 4.0 diye allanıp pullanıp, negatif etkileri pas geçilen yeni bir dönüşümle karşı karşıyayız. Temeli yapay zeka ve robotiğe dayanan bu yeni üretim sistemi, insanlık açısından yeni ufukla açacağı kadar, üretim araçlarını ellerinde tutanların kâr marjını artıracak, üretimde çeşitlenme ve kalitede önemli atılımlar sağlayacak ve… İşte bu ‘ve’ de bir toplumsal karabasana sebep olacak. Zira yapılan hesaplara göre, 300 milyon ila 800 milyon işçi, Endüstri 4.0 sebebiyle işinden olabilir. Bu sanıldığı gibi sadece bir yoksulluk ve insanlık felaketi olmakla da kalmaz, küresel ekonomiyi de alt üst edebilir. Zira bol bol mal üretebilen sistemin kime nasıl mal satacağı ciddi bir soru olarak karşımızda duruyor. Bu sistemi savunanlar yeni sektörler ve yeni iş alanlarından dem vuruyor ama bu kadar büyük bir iş kaybını çözebilecek bir istihhdam alanı olmadığını herkes biliyor, en azından çok uzun bir süreç boyunca…

‘Ne güzel büyüdük ama’…

Bu arada yüzde 7.4 büyüdü Türkiye… Ne hoş, ne kıskanılacak bir durum değil mi? Bunun yaklaşık yüzde 1’inin yeni hesaplama hilelerinden kaynaklandığını söyleyelim hemen… Ardından cari açıkla birlikte bu büyümeyi düşünmek gerektiğini ekleyelim. Sonra seçim öncesi iktidar tarafından büyümenin yüksek tutulmasına yönelik özel sektörün zorlandığını ve kamu yatırımlarında ateşe oduna atıldığını belirtelim…
Aynı gün içinde Çin’den ABD’nin korumacı politikaları konusunda sert uyarılar geldiğini hatırlatıp, ihracat temelli büyüyen ülkelerin hele ki cari açıkları yüksekse, bıçak sırtı bir sürece girdiklerini de unutmayalım. Kısa vadede durum idare eder, orta vadeye kalmadan çanlar herkes için çalacak gibi bir hava var küresel ekonomide… Dövizle borçlanmamak, şirket birleşmelerine gitmek de Şimşek’in sunumunun sonundaki önerileriydi ama o da kurtarmaz gibi, zaten özel sektörün borcu bu denli yüksekken… Ve bunlar sadece küresel ekonominin yapısal krizinin birkaç halkası… Ve zayıf halkalardan biri de Türkiye!

Önceki ve Sonraki Yazılar