Kan üstüne siyaset

Ülkeler tarihi, yer altı ve yer üstü kaynaklarına ulaşmak için sürdürülen güç mücadeleleri ile doludur.

Bu konudaki hırs ve ihtiras o ülkenin insanında değil, yöneten kral, imparator, padişah veya başkanına bağlıdır.

Onların inatları kan ve gözyaşı ile taçlanır.

Bu arada kendi halinde insanların yok oluşları dayanılmaz acılarla doludur.

Kiminin anası, kiminin kuzusu, kiminin yavuklusu vardır.

Hiç tanımadığı karşısında “düşman” olduğu söylenen kişilerle birbirlerine kurşun yağdırırlar.

Sağlığında çiğ hindi eti ile kışlasında zehirlenen, yaşamı değersiz görülen askerlerin cenazeleri bir anda değer kazanır.

Memleketin herhangi bir yerinde hala iki çift duygusal konuşmaya kanacak kişilerin varlığına inanılır.

Cenazelerde tabuta el konularak, kanı yerde kalmayacak nutuklarıyla siyaset yapıldığını hatırlayalım.

Kan üstüne siyaseti ile bilinen ABD, Vietnam savaşına göndermek istediği Muhammed Ali’yi unvanını alarak sözüm ona onu cezalandırmıştı.

Ali, Vietnamlıların bana düşman olduğunu sanmıyorum, neden onları öldüreyim ki, ben bu savaşa gitmek istemiyorum demişti.

Onuru ve dik duruşu ile tarihteki yerini aldı.

Katar’a karşı sürdürülen dışlama politikalarının tırmanabileceği, hatta müdahale edilebileceği endişesi ile TSK’nın Katar’da bulunan askeri varlığı güçlendirilmeye başlanacakmış.

Kapalı kapılar ardında sürdürülen ilişkilerle türlü türlü kirli senaryolar yazılan Katar-Türkiye ilişkileri bizi neden bu yönüyle ilgilendiriyor.

Katar’daki askerimiz tiyatro için gitmiyorsa, olası bir çatışma da Katar Emiri’ne korumalık mı yapacak.

Ortadoğu’da akan kanların, bölge ülkelerinin yanlış politikalarına dayandırıldığı ve bunun gerçek oluşu bir tarafta dururken, baş aktör Katar’a korumalık yapmak da ne demek.

Bu riski almaktansa, varsa Katar’da malınız, paranız, pulunuz güvenli ülkelere taşıyın, Mehmetçiğe kıymayın. El- Bab’taki şehitlerimiz için “Sınır güvenliği” iddialarının kabul edilebilir bir yanı olabilir.

Katar’da akacak kanın hesabı verilebilir bir hesap olmayacaktır.

Varlık Fonuna aktarılan Cumhuriyet değerlerimizin Katar’a rehin verilmeye başladığını biliyoruz.

Hükümet yetkililerine göre son iki ay içinde Türkiye’ye Katar’dan 600 milyon dolar sıcak para gelmiş.

Karşılığında ise Türkiye’nin en büyük çay üreticisi Çay-Kur’un hisseleri güvence olarak verilmiş.

Oysa Çay-Kur 24 Ocak 2017 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile Türkiye Varlık Fonuna devredilmişti.

Önümüzdeki dönemde sıkışan hazineye can suyu olarak Katar’ın kirli parasını beklemek ne kadar doğru?

Katar için yürütülen dış politika, Suriye benzeri bir kriz yaratılmadan akılcı bir çizgiye oturtulmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar