Ve kızın adı GECE

12 EYLÜL’Ü unutabileniniz var mı?...
Hani o faili meçhullerin, işkencelerin, gözaltıların ardından kayıpların yaşandığı ve hatta bunların olağan hale geldiği 80’li ve 90’lı yıllar...
Zor yıllardı!
İşçi sınıfı için zor yıllar...
Zamların ardı arkası kesilmezdi...
Devrimcilerin zor yıllarıydı...
Düşünmek onlara ölümün kapılarını açtı ardına kadar!...
O dönemi hatırlattı bana okuduğum bu kitap...
Ve kızın adı GECE...
Böyle bir dönemde hayata tutunmaya çalışan, içi gençlik ateşiyle yanıp tutuşan, yaşama tutkusuyla ve aşkla dolu bir adam...
90’lı yılların devrimci anılarıyla dolu hatıraların gölgesinde size, önce insan olmayı öğretiyor. Aşkla, tutkuyla, yaşama sımsıkı sarılmayı, insan sevgisini, tutunmanız gereken umudu...
Çünkü kaybetmenin acısı öyle derin ki...
Bu romanda sahte ilişkilere yer yok... Roman kahramanının yaşadığı aşk acısının yanı sıra günümüzün sahte ilişkileri içinde nefes bile alamayan bir gencin yaşamının, bakış açısının, hayat görüşünün kökten değişimine de tanık oluyorsunuz.
Ve kızın adı GECE, düşüncelerinizi, hayat görüşünüzü tekrar sorgulatarak; iç dünyanızda uzun bir yolculuk yapmanıza da neden oluyor...
Paranın ve koltuk savaşlarının, silahların yaşama kattığı değersizliğin önünde “önce insan” olmak adına dürüst yaşamın gerekliliğinin altını kalınca kafanıza çiziyor.
İnsanın yüreğine işleyen anlatım dilinin bulutun üzerinde oturarak okuduğunuz hissi veren bir roman, kelime dağarcığının zenginliği, akılcı kurgusu ve nefis betimlemeleriyle tadını çıkara çıkara okuyacağınız bir roman, elinizden bırakamadan...
Bu pazar kendinizi ödüllendirip Ve kızın adı GECE’yi okuyun derim.

Agafya

Ertürk Akşun’un yazdığı 1920’li yıllarda Beyaz Rusların İstanbul’a kaçışını anlatan Agafya da benim favori romanlarımdan. İngilizceye çevrildi ve yurtdışına açılıyor. Darısı başıma inşallah...
Akşun, yazar olmasının dışında aynı zamanda Destek Yayınları Genel Yayın Yönetmeni. Kitapların dünyasına sığdırdığı yaşamı, sektöre kazandırdığı yüzlerce kitap ve yazar da düşünülürse kocaman bir dünyanın cesur yürekli adamı...
Türkiye gibi okuma alışkanlığı çok düşük bir ülkede bu işlerle uğraşmak cesaret gerektiriyor. Hem de deli cesareti!...
“Ben taşa bile kitap yazdırırım” diye boşuna demiyor sevgili Ertürk...
“Merakın kadar insan, cesurca içine yaptığın yolculuk kadar kendinsin...”

Kafamda “DELİ” Sorular

* “Kimyasal kantrasyon” çözüm olacak mı, beyinlere de “kantrasyon” oluyor mu?
* Erken seçim sinyalleri aldığını söyleyen bu kadar gazeteciyi kıracak mı Erdoğan?
* “Kelebek Hastalığı”na dikkat çekmek için yaptığı tablo 500 bin TL’ye satılan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, daha mı çok tablo yapsa?!

Kitap okumadığımız bir günümüz geçmesin.
Hoş kalın!..

Önceki ve Sonraki Yazılar