İLETİŞİMDE ‘SESSİZ KALMANIN’ GÜCÜ

Sanılanın aksine ‘sessiz kalmak’ başarılı iletişimde önemli stratejilerden biri. 
Hatta belki de son dönemde en önemli strateji!
Tabi burada ‘sessiz kalmak’tan kasıt bir kabullenme, vazgeçme, pes etme, çekimser davranma ya da genel olarak bir edilgenlik durumu değil. 

Aksine bir tür ciddiye almama, önemsememe ve daha da önemlisi ‘yok sayma’ hali.  
Dolayısıyla iletişimde yerine göre güçlü bir savunma ve hatta muhatabına ‘ders verir’ nitelikte bir ‘sessiz kalma’ stratejisinden bahsediyorum.    

Siyaset, aşk, arkadaşlık ya da iş hayatı… Fark etmez. 
Eğer doğru zamanda sessizliğin gücünden faydalanmayı biliyorsanız, elinizde güçlü bir silah var demektir. 

Son dönemde şahit olduğum ikili diyaloglarda, sosyal medya tartışmalarında ya da toplumsal yaşamda herhangi bir yerde rastladığım örneklerde, özellikle ‘sessiz kalmanın’ kullanımına dikkat ediyorum.  

Ya da daha doğrusu neden kullanılmadığına… 
Önce çevrenize, sonra kendi hayatınıza dönüp şöyle bir bakın. Son zamanlarda yaşadığınız tartışmaları düşünün mesela. 
Ne çok kelime kullanıyoruz kendimizi anlatmak, açıklamak ve özellikle ‘altta kalmamak’ için. 

Daha da acısı ne çok kelime kullanıyoruz sadece ‘had bildirmek’ ya da ‘ders vermek’ için. 

Oysa kimsenin ne ‘haddini bildiği’ var; ne sizi anladığı; ne de ders aldığı… 

Daha önce de ifade ettim. Artık kelimelerin ve dolayısıyla anlamların içi boşaldı. 
Örneğin siyaset içerikli diyaloglarda hala terörist, hain ve hatta fetöcü gibi ithamlara kırılanlar/alınanlar kaldı mı merak ediyorum. 
Zira bugüne kadar ülkenin en az yüzde 50’si, mutlaka bu ithamlardan en az birine maruz kalmış durumda. 

Özellikle son dönemde bu türden ifadeler, gündelik dilin standart hakaret ve aşağılama biçimlerine dönüştü. 
Kullanıldıkça, daha doğrusu bol keseden saçıldıkça ortaya, bayatladı. 
Ve hatta insanların arkadaş ortamında birbirine yönelik kullandığı ‘espri’ unsuru haline geldi!

Benzer durum neredeyse kurduğumuz tüm iletişim biçimleri için geçerli. 
O yüzden ben size öncelikle kelimelerde tasarruf etmeyi, sonrasında da gerekli durumlarda ‘sessizliğin gücünü’ kullanmanızı tavsiye ediyorum. 

Ama elbette haksızlıklara ya da adaletsizliklere karşı değil. 
Farklı bir ifadeyle burada mesele ‘neye’ sessiz kalmaktan ziyade, ‘kime’ sessiz kalacağınızla ilgili. 

Mevlana, bu gücü 13’üncü yüzyılda keşfetmiş ve “susuyorsam asaletimdendir” demiş. 
Aslında neredeyse 800 yıl önce, duruma göre ‘suskun kalmanın’ gücünü kayıtlara geçirmiş. 
O yüzden siz, siz olun birine cevap vermeden, ‘önce lafa sonra söyleyene’ bir bakın.

Bir de unutmayın!
Kimi durumlarda birine verebileceğiniz en etkili yanıt onu görmezden gelmek, farklı bir ifadeyle ‘yokmuş’ gibi davranmaktır. 
Sesini duyuramayan insan, bir süre kendi kendine konuşup sonra unutulacaktır. 
Unutulmaksa istisnasız her insanın en büyük cezasıdır… 

 


  

Önceki ve Sonraki Yazılar