İBN HALDUN’UN TARİH FELSEFESİ IŞIĞINDA KAZAKİSTAN OLAYLARI

Yeni yılın başında ilk sürpriz gelişme Kazakistan’da yaşandı. LPG fiyatlarına yapılan yüzde yüzlük zamlar nedeniyle başta gençler olmak üzere vatandaşlar sokağa döküldü. Cumhurbaşkanı Tokayev’in göstericileri terörist olarak nitelendirmesi,  güvenlik güçlerinin orantısız tepkileri ve şiddeti eylemlerin ülkenin her tarafına yayılmasına ve Almatı’ya kadar uzanıp yönetimin istifasına neden oldu. 

Kazakistan Sovyetler Birliğinin 1991 yılında yıkılmasından sonra bağımsızlığına kavuşmuş Türk cumhuriyetleri içinde en büyük toprağa sahip ülke. 30 yıldır ülkeyi yöneten Nazarbayev, Sovyet Komünist Partisi Politbüro’sunda önemli bir yere sahipti. Her ne kadar 2019 yılında aktif siyasetten çekilmiş ve yerini Tokayev’e bırakmış olsa da hala Kazakistan’ın fiili lideri durumunda. Financial Times, birkaç gün önce Nazarbayev’in dahil olduğu 162 kişilik bir grubun, daha doğrusu ailenin Kazakistan’ın servetinin %55’ ine sahip olduğunu yazdı. Kazakistan’da başta doğalgaz-petrol boru hatları ve diğer altyapı ihalelerini Nazarbayev’in damadının yönlendirdiği, altın ve diğer kıymetli maden sahalarında Nazarbayev’in yakınlarının hissedar olduğu olduğu  yaygın bir kanaat. Düşünebiliyor musunuz, Avrupa kıtası yüzölçümüne yakın toprağa sahip ülkede tüm yeraltı zenginlikleri Nazarbayev ve yakın çevresi tarafından kontrol edilmekte. Kazakistan öyle fakir bir ülke de değil,  milli gelir 10.000 $ civarında. 

Ülke bugüne kadar böylesi bir olayla karşılaşmamıştı, ancak son dönemde petrol ve LPG zamlarıyla birlikte dünyada olup biteni sosyal medyadan ve internetten öğrenen “bizler terörist değiliz, Karayap Kazaklarıyız” diyen öfkeli gençler pahalılık ve yolsuzluk temasıyla sokağa dökülmüşlerdi. Sokağa dökülenler sadece Kazaklar değildi, ülkede doğup büyüyen Ruslar, Dağıstanlılar, Uygurlar, Koreliler ve Ahıska Türkleri de benzer taleplerle eylemlere iştirak ettiler.

Yaklaşık bir hafta on gün devam eden eylemler Rusya’nın devreye girmesi, yönetimdeki Başbakan’ın istifası, yerine yeni birisinin atanması ve altı ay süreyle LPG ve petrole zam yapılmayacağı, hukuk, ekonomi ve yolsuzlukla mücadele alanlarında reformlar yapılacağı vaadiyle son buldu.  Ülkedeki şiddet olaylarında 225 kişinin hayatını kaybettiği ve 4 bin 300 kişinin ise yaralandığı açıklandı.

Sevgili okurlar;

Tüm bunları özetlemekte maksadım, sizlere Kazakistan olaylarını ve tarihini anlatmak değil. Hatırlayalım, yaklaşık on yıl önce adına Arap Baharı denen, Tunus’ta başlayıp Libya’ya sıçrayan, Mısır ve Suriye’de devam eden olaylar da benzer nedenlerle başlamıştı. Otoriterliğe, keyfiliğe, yolsuzluğa, adaletsizliğe, adaletsizlikte eşitsizliğe uzun yıllar tahammül eden ve ses çıkarmayan toplumlar ekonomik zorluklarla karşılaşınca ya da yoksulluğu, hayat pahalılığını günlük hayatlarında yaşamaya başlayınca tepki göstermeye, sokağa dökülmeye, kendilerini yönetenlere “artık yeter” demeye başlıyorlar. Bu tarihi gerçekler değişmiyor, hep tekerrür edip duruyor, ama maalesef ders alınmıyor. Neden?

Gelin bu gerçeği doğuda ve batıda modern tarihin daha doğrusu tarih felsefesinin kurucusu olduğu kabul edilen İbn Haldun’un ünlü Mukaddime adlı eserinden okuyalım. “Coğrafya kaderdir” sözüyle zihinlerimizde yer edinen büyük filozof, sosyolog ve iktisatçı İbn Haldun, 1332-1406 yılları arasında yaşamış, İspanya’da devlet görevinde bulunmuş, bir ara baş vezirlik de yapmış, sonra Tunus, Fas ve Mısır’a seyahatleri esnasında ilmi çalışmalar yapmış bir ilim adamı. Çalışmalarından ve derslerinden rahatsız olununca iki yıl süreyle hapis yatan İbn Haldun, İspanya’daki siyasi çalkantılardan uzaklaşarak bilimsel çalışmalara yoğunlaşmak amacıyla bir kaleye yerleşmiş ve 7 ciltlik Mukaddime adlı eserini burada tamamlamıştır.  

İbn Haldun, bizim medeniyetimizin yetiştirdiği en büyük tarihçidir. Onun tarihçiliği olayları aktaran bir tarihçilik değil, olayların geçtiği şehirlerde yaşayan, kültürlerine dair araştırmalar yapan, insanın yaşadığı coğrafya ile medeniyet ve kültür arasındaki etkileşimi felsefi temellere ve hatta modern fen bilimlerinde olduğu gibi toplumsal tezlere öncülük eden bir tarihçiliktir. Bu anlamda, tüm dünyanın kabul ettiği bilimsel gözlemlere dayalı modern sosyolojinin ve tarih felsefesinin öncüsüdür İbn Haldun.  Keşke, bu büyük şahsiyetin eserini liselerde seçmeli ders olarak okutabilsek.

İbn Haldun Mukaddime adlı eserinde sık sık “asabiyet” kavramını kullanır. İbn Haldun devletlerin kurulma ve yıkılma sebeplerini asabiyet kavramıyla açıklamaya çalışır. Toplum ve devlet arasındaki bağ asabiyet duygusu ile inşa edilir ve güçlü tutulur. Bu bağ kuvvetli ise topluma refah ve özgürlük gelir. Bu bağın zayıfladığı yerlerde önce devlet sorunları çözmekte yetersiz kalmaya, toplumun ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmeye başlar, akabinde ekonomik sorunlar yaşanmaya başlar;

Asabiyet yönetimi elinde bulunduranların nimetlere dalmasıyla zayıflar. İbn Haldun Abbasi halifesinin oğluna mektup yazarak devleti yönetenlerin zenginliğe kapılması, savurgan olması durumunda yönetimlerin çökeceğini vurgularken aşağıdaki beş maddede devletin çöküşünü özetler.

1-Yöneticilerin etrafında toplananları devlet kademelerine getirmesi,

2-Yöneticilerin bireysel zenginliğe gitmesi,

3-Vergilerin yükseltilmesi, keyfi uygulamaların yapılması,

4-Yöneticilerin muhalif seslere, düşüncelere tahammülünün olmaması, baskı ve şiddeti yönetim biçimi olarak görmesi,

5-Ekonomik hayatı bozmak, halka haksız işleri yüklemek.

İbn Haldun, devlet idarecilerinin zenginleşme arzusunu şu şekilde açıklar. Hanedanlığın ilk döneminde toplanan gelirler ve vergiler halka ve hanedanlığının kuruluşuna katkı sağlayanlarına dağıtılır. Hükümdar ilk dönemde cömerttir, orta döneminde ise etrafındakiler ve sultan servet sahibi olmaya başlar. Mülk genişleyince ve artınca hükümdar güçlenir ve elde edilen gelirler üzerinde tek başına hükmetmeye başlar. Bu dönem israf,  har vurup harman savurma dönemidir. Hükümdar bu dönemde etrafında bulunan, sohbetine katılan, düşük karakterli arkadaşlar ve dalkavuklar için evvelkilerin topladığı servetleri telef eder. Büyük ve önemli işlerin başına bunları getirir, halbuki bunlar ehil olmadıklarından ve mala mülke düşkünlüklerinden neyi nasıl yapmaları gerektiğini bilemezler. Hükümdar son döneminde ise servetini ve etrafındakileri korumak için yönetimde baskı ve şiddeti artırmayı başlar. Devleti yönetenlerin amacı makamını ve nüfuzunu korumak olmamalıdır, ülkenin varlığı ile kendi varlığını bir tutmamaktır.  Aksine, devletin asli görevi toplumu korumak, onların ihtiyaçlarını gidermek ve hayatlarını idame ettirebilmeleri için gerekli şartları sağlamaktır.  Devlet kendi halkına karşı değil, halkını tehdit eden tüm düşmanlara karşı savaşmalıdır.” (İbn Haldun, 41-44. M.Topal)

İbn Haldun’un yıllar önce yaptığı bu gözlemler ne kadar doğru ve bu coğrafyaya ne kadar tanıdık geliyor, değil mi? Bu gözlemler maalesef tekrar etmiyor mu, Arap Baharından Kazakistan’a kadar.

Önceki ve Sonraki Yazılar