İbrahim Aktaş
Sahip çıkmak
Vatana sahip çıkarız; gerekirse topla, tüfekle, gerekirse elimizde yaba ve dirgenle ve hatta hiçbir şeyimiz olmazsa çıplak elimizle…
Sokakta kalan yavru ya da yetişkin köpeğe, kediye sahip çıkarız. Besleriz özümüzden biri gibi… Sahipleniriz ve hatta…
Özel eşyalarımıza, malımıza, mülkümüze sahip çıkarız; maazallah zorla el değiştirmeyiversin! Soluğu karakolda alırız alim allah… Sahip çıkarız!
Büyüklerimize sahip çıkarız mesela ya da çocuklarımıza… Ya da akıldan yoksuna, düşküne, engelliye sahip çıkarız büyük mutluluk ve şevkle… Bırakmak istemeyiz sahipsiz!
Zorda kalana, darda olana sahip çıkarız. Savunuruz hakkını, hukukunu… Bir elin verdiğini, diğer elimize göstermeden yaparız ki, sahip çıkma şekillerinin kralıdır bu…
Sahiplenmek ya da sahiplik ya da sahip olma konusuna tekrar geleceğim;
06 Kasım 2021 Cumartesi akşamı, usta gazeteci-yazar ağabeyim Atilla Köprülüoğlu ile Bornova Aziz Kocaoğlu stadının yolunu tuttuk. Elbet ki, her on beş günde bir özlemini duyduğumuz yüz yılı devirmiş Altınordu’nun, bir iç saha müsabakasını izlemek için…
Altınordu’nun rakibi, TFF 1. Ligin kaliteli ekiplerinden Eyüpspor’du. Kaliteli derken, İstanbullu olmalarının yanında, çok uzun zaman sonra ilk kez oynadıkları bu lig için kurdukları kadronun, hatırı sayılır oyuncular içermesiydi ki; Umut Bulut, Cenk Ahmet ve Stancu isimleri, bu kadronun belki de en iyi olanlarıydı.
Son haftaların sürekli kaybeden ekibi olan Altınordu, bu kez maça inanılmaz derecede istekli ve diri başladı. Özellikle, Burak İnce’nin orta alandaki hâkimiyetine takım arkadaşları da ayak uydurunca, maçın henüz on ikinci dakikasında Metehan’ın mükemmel pasına yetişen ve o pası, gol ile sonuçlandıran Ahmet İlhan, tribünlerde yerlerini almış bir avuç Altınordu taraftarını sevindiriyordu. Bir avuç derken, hiciv değil bu; on bin kişilik stattaki toplam Altınordu taraftarı, sanıyorum sporcu aileleri ile beraber yüz kadardı!
Ancak dedim ya, rakip kaliteli! Kaliteden asıl kastım; kapasiteleri bu ligin üzerinde olan birden fazla futbolcuya sahip bir kadroları var. Altınordu öyle mi? Tamamı yerli ve büyük çoğunluğu çok genç ve haliyle de tecrübesiz olan bir oyuncu grubundan oluşuyor.
Haklarını verelim;
İlk ve ikinci yarıdaki uzatmalarla beraber, doksan yedi dakika süren müsabakada, akıllarından ve ayaklarından gelenin fazlasını yaptılar. Ve kanımca, önceki puan kaybettikleri son üç maça göre çok iyi bir futbol ortaya koydular. Helal olsun!
Başlarındaki teknik ekip ki, Hüseyin Eroğlu liderliğinde, yine bence bir hata yapmadan, eldeki mevcut potansiyeli en mükemmel şekilde kullanmak suretiyle takımı yönetmeye gayret ediyor. Onları da tebrik ediyorum gayretlerinden ötürü…
Sahiplenmeye geri gelelim mi?
Evet, kabul etmeli ki, Altınordu’nun tribün gücü sayıca üst düzeyde değil. Tamam, bu sezona da iyi bir başlangıç yapamadı takım. İyi de be kardeşim, bu takımın başkanı, yöneticileri, onların aileleri, bugüne dek bu camiaya sahip çıkma gayretinde olanlar, neredesiniz ya? Neden Altınordu’yu kendi evinde bu denli yalnız bırakıyorsunuz, aklım almıyor doğrusu!
Ayrıca, bazı maçlar ki, hepimiz biliyoruz; sahada değil, saha öncesindeki güçlerle kazanılmıyor mu? Bazı lobi çalışmaları sonunda kazanılmıyor mu? Sakın yanlış anlaşılmasın; bedavaya, oynamadan maç kazanmaktan değil bahsim! Hakemler bile, senin sahanda, ama tüm takdir haklarını rakipten yana kullanıyorlar! Bu bile başlı başına bir güçsüzlük ifadesi değil midir? Ve diğer; futbol maçları haricinde cereyan eden ayrıntılar ile ilgili olarak güç olmak gerekmez mi?
Farklı bir bakış açısı daha yazıp, noktalayayım yazımı;
Bölgesel Amatör Liglerde, TFF 3. ve TFF 2. Liglerde, onlarca ekip, Altınordu’nun şu an bulunduğu konumda top koşturabilmek için milyonlar harcıyorlar. Giriştikleri lobi hazırlık ve çalışmaları da cabası… Altınordu, bedavaya bu ligden düşerse; bunun hesabını kim verir? Sahipleneni az diye mi bu rahatlık?
Altınordu sahipsiz değildir! Şu anda sahibi konumunda olan kişiler ya da kurumlar acil olarak önlem almalı ve Altınordu’yu en kötü ihtimalle TFF 1. Ligde tutmalıdırlar.
Dipnot; “Hep sahip olamadıklarımızın farkında oluruz, sahip olduklarımızı gözümüz görmez.” Arthur Schopenhauer.