Kan, kan, kan!

Büyük ozanlarımızdan Tevfik Fikret, Tarih-i Kadim (Eski Tarih) adlı şiirinde diyor ki:

“Din şehit ister, gök ise kurban;
Her zaman her tarafta kan, kan, kan!

Söyler, inler, sayıklar; velhasıl
İnsanlığın, anlatır ne yolda, nasıl


Bu bozuk ömrü sürdüğünü;
Görürüm kanların köpürdüğünü…”

Yüz yıl önce, iki yüz yıl önce beş yüz yıl önce nasılsa bugün de öyle… İslam dünyasında kanlar köpürüyor. Cennet’e kavuşma umuduyla kesilen hayvanların kanı denizleri bile kızıla boyuyor.

Arabistan çöllerinde boğazlanan hayvanlar, toprağa gömülürken Müslümanların yarıdan fazlası açlıkla pençeleşiyor…

KURBAN, İSLAM ÖNCESİNDEN KALMIŞTIR
Bugün Müslümanlar, kurbanı, İslam dininin bir şartı sanıyorlar. Halbuki bu gelenek İslam öncesinden kalmadır. İslamiyet’in ortaya çıktığı Mekke Şehri, bir ticaret merkezi idi. Burada üç ay boyunca kavga-savaş olmaması için eski Araplar “kutsal üç aylar” kavramını icat etmişlerdi.

Mekke merkezindeki Kâbe, (küb ev) merkezdi. Kabe’nin içinde Hübel adlı bir put bulunur ve Kâbe’ye de “Hübel’in evi” denilirdi. Araplar bu ilaha kurban keserlerdi. Kurbanın kanını da Allah (ilahlar) kabul etsin diye Kâbe’nin duvarlarına sürerlerdi. (Bu konuları çok ayrıntılı biçimde belgeleriyle TÜRK MÜSLÜMANLIĞI (Kripto Yayınları) adlı kitabımızda ortaya koyduk.)

Hz. Muhammet, getirdiği yeni dinde putataparlar döneminden kalma bu kurban geleneğini sürdürdü. Ama kurbanı sadece kan akıtmak gibi gören anlayışı da değiştirmeye çalıştı. Bu yüzden Kuran-ı Kerim’de işi kan akıtmak ve et yemek gibi görenler eleştirildi. Müslümanlar şöyle uyarıldı: “Allah’a ulaşan kurbanlarınızın eti ve kanı değil sizin dürüstlüğünüzdür (takvanızdır).”

Gel gör ki inancı kan dökmeye bağlayanları ikna etmeniz ne mümkün? Atalar dini öyle bir kuşatmıştır ki Müslümanları, kan akıtmayı kurtuluşun en önemli aracı sanırlar.

Halbuki geçmişin halkçı uluları ne demişler?

“Hayvanın boynunu değil kendi nefsinin boynunu vuracaksın!”

İşte bunu diyenler de Hacı Bektaş gibi, Yunus Emre gibi Türk Müslümanlığı çizgisinden gelenler olmuş…

Peki, 16. Yüzyıl’da kimliğini yitirip Araplaşan Şeyhülislam Ebussuud gibi tipler ne demiş?

“Yunus Emre’nin şiirleri küfürdür, onu okuyanlar da kâfirdir ve boyunlarının vurulması gerekir.”

Vurmuşlar da…

Karşı çıkan halkı da Celali diye kötüleyip tutucu kitlenin önüne atmışlar. Yetmemiş bir de Kızılbaş demişler… (Bunun belgelerini arayanlar, bizim değişik kitaplarımıza bakabilirler.)

Bugün bile Ebussuud’un Torunları ile Gelinleriaynı şeyleri söylemiyorlar mı? Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta yaşananlar kurbancı geleneğin siyasetle harmanlanmış vahşeti değil mi?

Son yıllarda Suriye’de, Irak’ta Şii Müslümanları koyun keser gibi boğazlayanlar, Ebussuud Efendi denilen saltanat uşağı çizginin torunları değil mi?

Adı ister IŞİD olsun, ister Taliban, ister İhvan-ı Müslimin isterse Boko Haram… Hepsinin tarihi birdir. Siyasetçilere hizmeti Allah’a hizmet sanan ilkel zihniyet, bugün bile İslam dünyasının en büyük sorunu olarak yaşamaktadır…

İNSAN KURBAN EDENLER
İlahların (Allah’ın) hoşuna gitmek, kötülüklerden kurtulmak amacıyla insanoğlu ilkel dönemlerde kurban kesme geleneğini başlattı. İşin başında insanlar da kurban ediliyorlardı. Amerika’daki İnka ve Aztek toplulukları, Çinliler, Mezapotomya halkları, eski Yunanlılar ve Kuzey Afrika’da yaşayanlar bu kanlı geleneği binlerce sene sürdürdüler. Öyle ki Aztek-Maya, İnka uygarlıkları bu yüzden çöktü. Ortadoğu’da insan kurban etme geleneğini ilk kez kaldıran da MÖ. 1900’lerde Hz. İbrahim oldu.

Gel gör ki ilkel topluluklarca en değerli kurban kabul edilen insan kurban etme geleneği bilinç altında sürdü geldi. Müslüman dünyasında Hz. İbrahim’in koçu yerine kendi oğlunu kesmeye kalkışanlar çıktı.

Suriye’deki IŞİD militanları, tıpkı Aztek rahipler gibi insanın diri diri kalbini söküp bunu Allah’a adanmış bir davranış haline getirdiler.

Bugünkü kurban töreni işte bu kökten gelmektedir.

Zaten yoksul olan İslam dünyasının kaynakları, bu ilkel dönemden kalma gelenek uğruna yok edilmektedir. Bunu söyleyenleri de günümüzün rahipleri “İnsanların kutsal değerlerine hakaret ettin!” diye susturmaya çalışmaktadır.

Bu gelenek devam ederse İslam toplumunun sonu Azteklerin sonuna dönecektir.

Kurtuluş için, kurban kesmeyi, eski Türk babaların-dedelerin deyişi ile, “Nefsin boynunu vurmak” biçiminde bir ruhsal terbiyeye dönüştürmek gerekiyor.

DAĞLARI BİLE KURBAN EDİYORLAR
Hayvanlarımızı boğazlatmayı iman şartı haline getiren siyasi çizgiye bakın: Bunlar artık dağlarımızı, ırmaklarımızı, denizlerimizi de boğazlıyorlar.

Ağaçların, suların, dağların, gözelerin ruhlarını da katlediyorlar.

Otlarımızı ağlatıyorlar…

Ovalarımızı zehirliyorlar…

Plajlarımızı kazıyıp üstüne beton kuleler dikiyorlar.

Kurbancı gelenek, İslam dünyasında bir sam rüzgârı gibi esip her şeyi kurutuyor.

Müslümanlar, kurtuluşun kurban kesmede olmadığını anladıkları gün gerçek kurtuluşa ilk adımı atmış olacaklar.

(Kurbansız bayramınızı kutlarım değerli okurlarım…)

Önceki ve Sonraki Yazılar