Şükrü Sina Gürel

Şükrü Sina Gürel

Ara dönemin sonu

1989’da, İkinci Dünya Savaşının sonundan beri süregelen Soğuk Savaş bitmişti. Dağılan Sovyetler Birliği’nden geriye –başta Rusya Federasyonu olmak üzere – her bakımdan güçsüz ve şaşkın bağımsız devletler kalmıştı. Kapitalist üretim sistemine geçişin sancıları bu toplumları uzunca bir süre derinden etkilemeye devam etti. Ama Rusya bu kriz durumundan, yetişmiş insan gücü ve Putin’in demokratik olmayan, ama başarılı olan liderliğiyle çıkmayı bildi.
1989’dan bugünlere gelinceye kadar, bir ara dönemden (isterseniz ‘geçiş dönemi’ de diyebilirsiniz) geçtik. Ara dönemlerin özelliği, bir önceki dönemin başat aktörlerinin yerini koruma çabasıyla; yeni aktörlerin de ara dönem ertesinde oluşacak yeni uluslararası sistemde kendilerine önemli bir yer sağlama çabalarının birlikte yaşanmasıdır.
 ABD bu ara dönemde önce dünyadaki tek “süper güç” olarak bir hegemonya kurmayı denedi ve bu çabalarını Orta Doğu’dan başlattı. Afganistan’dan, Libya’ya kadar uzanan bir coğrafyada ABD’nin hegemonya kurma çabası milyonlarca insanın can ve varlık kaybına yol açtı; ama başarılı olamadı, Suriye’de tıkandı.
Avrupa Birliği, İkinci Dünya Savaşından sonra Fransız-Alman ekonomik işbirliği ve dengesine dayanarak başarılı olmuştu. Soğuk Savaşın bitmesi, iki Almanya’nın birleşmesi ve en sonunda da Alman denetimi altında bir ortak paraya geçilmesi, FransızAlman dengesini Almanya lehine bozdu. İngiltere’nin AB’den çıkmaya karar vermesiyle yeniden iki İrlanda’nın bir sorun haline gelmeye yüz tutması, göçmenler karşısında üye devletlerin farklı tutumlar benimsemesi ve son olarak da İtalya’da AB ve Euro karşıtı bir koalisyon Hükümetinin işbaşına gelmesi, AB’nde şiddetli bir deprem beklentisini görünür hale getirdi. Üstelik daha önce Avrupa “bütünlüğü” içinde eritildiği düşünülen etnik sorunlar yeniden alevlendi. İspanya, geçtiğimiz ayların Katalonya Sorununu henüz atlatamadan şimdi yeniden Bask Sorunuyla karşı karşıya kalmış görünüyor.
 Bu ara dönemde Avrasya’da son derece başarılı bir işbirliği çabası gerçekleştirildi. Asya’daki sınır ve toprak anlaşmazlıkları çözüldükten sonra iktisadi işbirliğine giden Şanghay İşbirliği Örgütü üyeleri şimdi bir siyasal işbirliği dönemine geçiyor. Hem de son olarak “nükleer” düşman kardeşler Hindistan ve Pakistan’ı da içlerine alarak!
Bu ara dönemde, “Bırakınız Yapsınlar, Bırakınız Geçsinler” Liberalizminin aldığı ilk büyük yara, 2008 ekonomik bunalımıyla gelmişti. O yıl, ABD’deki büyük finans kuruluşları federal devletin desteğiyle ayakta kalabildi. İngiltere’de sekiz büyük banka devletin desteğiyle varlığını sürdürebildi. 1980’lerde Friedman’cıların bütün dünyaya neredeyse bir “din” gibi benimsettikleri “serbest piyasa”ya inanç, sarsıldı. Devletin karışmasa bile denetlemesi ve düzenlemesi gerekliliği yeniden ortaya çıktı.
Şimdi, serbest ticaret ve liberalist ekonomi anlayışının son çivilerini de ABD Başkanı Trump söküyor! Korumacılığa dönerek ve “önce Amerika” diyerek giriyor Trump yeni döneme. Birleşmiş Milletler örgütünü işlevsiz kılmanın ardından, sıra Dünya Ticaret Örgütü’ne (WTA) ve OECD’ye gelmiş gibi görünüyor.
Yeni dönemde “Çok Kutuplu” ve korumacı politikalarla güçlendirilen ulus devletlere dayalı bir yapıya geçtiğimiz belli. Ama Türkiye’mizin bu yenidünya düzeninde kendisine nasıl bir yol çizeceği ve nasıl bir konum isteyeceği belli değil! Belki ve umarız
25 Haziran’da…

Önceki ve Sonraki Yazılar